DOWN SENDROMU
Kızım ve Ben
Kızımın durumunu öğrendikten sonra benim için çok zorlu bir süreç başladı. Bu konuda yaptığımız araştırmalar ışığında kızımın eğitimine evde kendim başladım.
Kızım üç buçuk yaşına geldiğinde Isparta’daki bir rehabilitasyon merkezinden haberdar oldum ve kızımı haftada üç gün oraya götürüp-getirmeye başladım. Beş-altı ay sonra Burdur’a(yaşadığımız şehre) bir rehabilitasyon merkezi açılınca biz de eğitimimize burada devam etme kararı aldık.
Kızım beş yaşına geldiğinde çok iyi bir bakıcısı olduğu halde, sırf sosyal bir ortamda diğer çocuklarla birlikte olsun diye onu iki yıl MEB’in kreşine gönderdim. Kreşte herhangi bir uyumsuzluk gözlemlemedik. Hatta kızım bayram yürüyüşlerine katılıp yıl sonu gösterilerine bile çıktı. Bundan böyle kızımın eğitimine özürlüler okulunda değil normal okullarda devam etmeye karar verdim. Tabiî ki bazı zorluklarla karşılaşacaktım ama ben her şeye hazırdım.
Anaokulu için bir ilköğretim okuluna gidip müdürüyle görüştük. Kızımı tanıştırıp durumu hakkında bilgilendirdim. Kendileri tabiî ki böyle bir öğrenciyi kayıt edebileceklerini ancak önce anasınıfı öğretmeniyle görüşüp, onu bu konuda bilgilendirmemiz gerektiğini söyledi. Öğretmenle olan görüşmemizde ise olumsuz bir tavır gözlemledim. Tam olarak “ Ben böyle bir çocuğu sınıfıma alamam.” demese de, kızımı sınıfında istemediği her halinden belliydi. Ben de bu durumu göre göre biricik kızımı kendisi de bir anne olan o öğretmene(!) emanet edemezdim. Hiçbir şey demeden hüzünlü bir şekilde oradan ayrıldım. Sırada diğer okullar vardı. Gerekirse hepsini tek tek dolaşacaktım. Başka bir okulda çalışan ve bir tanıdığımızın arkadaşı olan bir öğretmen, kızımı severek kabul etti ve anaokuluna da böylece başlamış olduk.
Kızım çocukların arasında kendisini daha iyi hissediyor, daha çabuk öğreniyordu. Hatta yıl sonunda bir şiir ezberleyerek yıl sonu gösterisine katıldı. Bütün bunlar beni çok mutlu ediyordu.
Şimdi sıra ilköğretimdeydi. Bu sefer şans bizden yana idi. Tanıdığımız bir öğretmen o yıl birinci sınıfları okutacaktı ve kızımı da sınıfına almak istediğini, kızımı mutlaka onun olduğu okula götürmemi söyledi. Tabiî ki çok mutlu oldum. Kayıtlar başlayınca kızımı da alıp müdürün yanına gittim. Öncelikle kızımın durumunu sonra da birinci sınıf öğretmeninin durumu bildiğini ve kızımı sınıfına almak istediğini söyledim. Müdür “kontenjan doldu” bahanesiyle bizi geri gönderdi. Biz gittikten sonra müdür öğretmenimize bazı endişelerini dile getirmiş: teneffüsler, uyum sorunu gibi. Ancak öğretmenimiz bunların üstesinden gelinemeyecek sorunlar olmadığını söyleyip müdürü ikna edince, biz hemen gidip kaydımızı yaptırdık. Zaten elimizde RAM’ın “Herhangi bir ilköğretim okulunda kaynaştırma öğrencisi olarak eğitimine devam edebilir.” raporu da vardı.
Okulun ilk günü büyük bir heyecanla başladı. Öğrenciler ne der, veliler nasıl karşılar, kızım ne yapar, birkaç gün izin alıp hep okulda mı beklesem acaba? gibi bir dizi soru kafamı meşgul ediyordu. Bu düşüncelerle okula gittik. Kızım çok sakindi; “Beni bırakma, beni bekle” gibi bir durumla karşılaşmadık. Sadece her zaman olduğu gibi çekingen ve kendi halindeydi. Öğretmenimiz, “Sizin beklemenize gerek yok; bir sorun olursa ben sizi ararım.” dese de ben yine de biraz bekledikten sonra ayrıldım. İlk günler hep her an okuldan bir telefon gelecekmiş gibi tedirgin oluyordum. Fakat zamanla anladım ki bu tedirginlik boşunaymış. Kızım okuluna hızla alışıyordu. Öğretmenini ve arkadaşlarını çok seviyordu. Öğretmenimiz kızımı arkadaşlarına o kadar iyi tanıtmıştı ki; bugüne kadar ne öğrencilerden ne de velilerden olumsuz bir tepki aldık. Hepsi de kızımı çok seviyorlar ve ona yardımcı olabilmek için adeta yarışıyorlardı. Teneffüslerde kızımı hiç yalnız bırakmıyorlar; mutlaka “Hadi sen de gel.” deyip zorla bahçeye çıkarıyorlardı. Kızım çok çekingen olduğu için kendiliğinden onlara katılamıyordu. Onlar kızımı zorla da olsa bir oyunlarına dahil ettikleri zaman, kızım çok ama çok mutlu oluyordu. Sınıfında kendisini o kadar mutlu hissediyordu ki; bu durum ona çalışma azmi veriyordu. Tabi bu da benim işimi kolaylaştırıyordu. Çünkü kendisi istemedikçe ona bir harf bile öğretmek çok zor. Kızım kendi gayreti ve öğretmeninin de çabaları ile diğer çocuklarla birlikte okuma-yazma öğrendi. Bu durum beklentilerimin çok üzerindeydi. Zira okula başlarken öğretmenimize; “Otuz altı çocuk arasında kızımla özel olarak ilgilenmenizi beklemiyorum; okuma-yazmayı gittiği rehabilitasyon merkezinde de öğrenebilir. Kızımı ilköğretim okuluna vermemdeki asıl amacım, çocuğumun yaşıtlarıyla beraber sosyal bir ortamda gerçek hayatla iç-içe olması.” demiştim. Fakat gördüm ki kızım kısa zamanda büyük ilerleme kaydetti. Herhangi bir rehabilitasyon merkezinde burada gösterdiği ilerlemeyi bu kadar kısa sürede kesinlikle başaramazdı. Arkadaşlarının motivasyonu kızımı hep çok çalışmaya ve başarmaya itti. Birinci sınıfta öğretmenimiz sınıfa matematik dersiyle ilgili bir yardımcı kitap önermiş. Kızım bu kitabın adını bana söylediği halde ben kızımı “bugün yarın” diye geçiştirmiştim. Çünkü kızımın kafasını bir de matematikle karıştırmak istememiştim. Daha sonra kızım, “Öğretmenimiz o kitabı bitirin, dedi ama ben bitiremedim.” diye üzülmeye başladı. Baktım ki bu duruma gerçekten çok üzülüyor, arkadaşlarından geri kalmak istemiyor; hemen gidip o kitabı arayıp buldum. Kitap ertesi gün elimize geçtiğinde o kadar sevindi ki; o gece kitaba sarılarak uyudu. Ertesi gün kitaptaki bütün soruları rastgele işaretleyip bitirdim, diye öğretmenine teslim etmiş. Bu olaydan sonra kızım bir işi başarmanın verdiği hazla çok mutlu oldu. Biz de anladık ki kızım sınıftaki hiçbir şeyden geri kalmak istemiyordu. Şimdi bütün sınıfa hangi kitap alınırsa çalışmadığımız halde biz de alıyoruz. Ben çalışmıyoruz diyorum ama kızım hiçbir kitabı boş bırakmıyor; matematik problemlerini bile kendince çözüp işaretliyor.
Kızım çok iyi bir okulda okuyor, tanıyan herkes onu çok seviyor. Şimdi dördüncü sınıf oldu. Bir yandan da özel bir rehabilitasyon merkezine devam ediyor. Her iki öğretmenimiz de zaman zaman karşılıklı görüş alışverişinde bulunup kızım için ellerinden geleni yapıyorlar.
Kızım sözel derslerden fena sayılmaz; sınıfta anlatılanlardan bir şeyler öğreniyor. Fakat matematik dersi için hiç çalışma yapmadık. Şimdilik üç basamaklı sayıları ancak tanıyabiliyor. Birinci sınıfta sınav olmayı bilmediği için cevap anahtarındaki bütün boşlukları doldururdu. Sonraları kendisine anlatılınca, hangi seçeneğe karar vermişse sadece onu işaretlemeyi öğrendi. Yine birinci sınıfta kalabalığa ve gürültüye karşı hassas olduğu için teneffüse çıkmak istemez, törenlerde sıraya katılmazdı. Zamanla bütün bunları aştı. İkinci sınıfta bütün okulun önünde kürsüye çıkıp arkadaşlarıyla beraber ‘Andımız’ ı da okudu. Eğer canı isterse kimse zorlamadan teneffüse de çıkıyor artık. Sınıf nöbetçisi olarak adı tahtaya yazılınca da çok mutlu oluyor. Öğle yemeğinden sonra arkadaşlarıyla bir an önce beraber olmak için can atıyor. Grup çalışmalarında, grup arkadaşları onunla pek fazla ilgilenmezse kendi kendine üzülüp iyice sessizleşiyor, bazı hırçınlıklar yapıyor. Fakat gruba dahil olup, küçük de olsa bir katkı sağlarsa çok mutlu oluyor. Örneğin resim dersinden üçerli gruplar halinde “Atatürk Takvimi” yaptılar. Diğer iki arkadaşı Atatürk resimleri bulup, renkli kartonlara yapıştırmışlar, sonrasında da “bu bizim grup çalışmamız, sen de ay isimlerini yaz.” deyip kızıma verdiler. Evde takvime ayların adlarını ve hazırlayanlar olarak grup arkadaşlarının ve kendinin adını yazdı. Bu onun için büyük bir başarı ve mutluluk. Eğer arkadaşları kızım için, o yapamaz ya da çirkin yazar gibi düşünüp kızıma güvenmeselerdi, kızım buna çok üzülür, sessizleşir hatta bazı hırçınlıklar yapar; kimse de bunun sebebini bilemezdi. Kızım çok hassas olmasına rağmen hiçbir zaman kime kırıldığını, kimin davranışına üzüldüğünü söylemez. Bunun sebebini ancak onu çok iyi tanıyanlar bilebilir.
Bazen kızımı özürlüler okuluna göndersem daha mı iyi olurdu diye düşünüyorum. Kesinlikle hayır. Orada her gün kendisi gibi ya da kendisinden daha kötü durumdaki çocuklarla beraber olacağı için kendisine model alacağı kimse olmayacaktı. Bu durumda da kızım hiç gayret göstermeyecekti. Oysa burada kızımın model alacağı birçok kişi var. Onlar gibi olmak için çok çaba sarf ediyor. Arkadaşları ve okuldaki diğer çocuklar da o kadar iyiler ki; kızıma yapamazsın, bilemezsin gibi değil de dur ben yardım edeyim şeklinde yaklaşıyorlar. Çocukların böyle anlayışlı davranmaları bazen beni çok duygulandırıyor. Tabi buradaki en büyük pay bu çocukları yetiştiren anne-baba ve öğretmenlerindir. Bugün içinde bulunduğumuz yozlaşmış toplum yapısında bu çocuklar bence gelecek adına umut vaat ediyorlar
DOWN SENDROMU NEDİR ?
En basit tanımıyla Down Sendromu çocuğunuzun vücudundaki hücrelerin 46 yerine fazladan bir kromozoma, yani 47 kromozoma sahip olmasıdır. Down
Sendromu bir hastalık değil genetik bir farklılıktır.
İnsan vücudunu oluşturan hücrelerin çekirdekleri, kromozomlarla birbirlerine bağlanmış olan genlerden oluşmuştur. İşte bu genler ve kromozomlar fizyolojik ve kişilik yapımızın ana unsurlarıdır, dolayısıyla çocuğunuzun fazladan sahip olduğu bir kromozom onun hayatını etkileyecektir. Kromozom anomalilerinin çoğunda embriyo gelişemez. Down Sendromu embriyonun gelişimini tamamlayabildiği bir durumdur.
Çocuğunuzun fiziksel görünümü diğer çocuklardan biraz farklı olabilir, bir takım sağlık sorunları bulunabilir. Fakat unutmayın ki, bazı çocukların sarı saçlı,
bazılarının mavi gözlü olması gibi sizin çocuğunuzun da Down Sendromlu olması bir genetik farklılıktır.
Down Sendromu konusunda iki şey kesindir. Birincisi, Down Sendromunun kaynağı anne-baba değildir ve hamilelik öncesi veya sırası olan hiç bir şey çocuğun Down Sendromlu doğmasına yol açmaz. İkincisi, diğer çocuklar gibi Down Sendromlu çocukların da kendilerine özgü kişilikleri, yetenekleri ve düşünceleri vardır. Diğer çocuklar gibi onlar da farklı kişiliğe sahip bir birey olarak büyüyeceklerdir.
|