Tabiat ile iç içe, kucak kucağa
yaşayan, toprağı "ana" olarak vasıflandıran Türk'ün düşünce sisteminde "baharın
gelişi" elbette önemli bir yere sahip olacaktı.
Nevruz, Türk dünyasının
kuzeyinden güneyine, batısından doğusuna kadar uzanan engin coğrafyada yaşayan
toplulukların pek çoğu tarafından yaygın olarak kutlanan bahar bayramıdır. Bütün
bayramların dinî ve millî bir inanıştan, o toplumu ilgilendiren ortak bir
hatıradan, geleneklerden, duygulardan ve tabiatın insanlara tesir eden bir
olayından doğduğuna inanılır.
Tabiat ile iç içe, kucak kucağa yaşayan,
toprağı "ana" olarak vasıflandıran Türk'ün düşünce sisteminde "baharın gelişi"
elbette önemli bir yere sahip olacaktı. Çünkü insan vücudu, baharda uyarıldığı
kadar kışta uyarılmaz. İç karartıcı, yeknesak günlerin ardından doğan hareketli,
pırıl pırıl güneşli, kuş ve hayvan sesleriyle kurulmuş ilâhî orkestranın
musikisi insan hayatını canlandırır. Ayrıca ortaya çıkan rengârenk tablo kıştan
bahara geçişi ne de güzel tasvir eder: "Bir yanda her tarafı kaplayan soluk, mat
ve daha çok beyazın hakim olduğu renkler, diğer yanda yeşilin değişik tonları
arasında baş veren bin bir renk cümbüşü... Birisi hareketsiz, şekilsiz; diğeri
kıpır kıpır, şekil şekil, çiçek çiçek... Kış, sağır ve dilsiz; ilkyaz duygulu,
coşkulu, kulaklara fısıldadığı nağmelerle cazibeli... Birinde tabiat hayat dolu,
diğerinde donmuş, yeniden doğmak üzere uyuşmuş kalmış...
Genellikle
Nevruz, yani Farsça "Yeni Gün" adını taşıyan bahar bayramı, insan ruhunun
tabiattaki uyanışıyla birlikte kutladığı bir bayramdır. Böyle bir bayramın, yani
mevsimlerin değişikliğinden doğan özel günlerin, başka başka adlar altında
birçok milletin sosyal hayatında yer aldığı da bilinmektedir. Mesela, Hıristiyan
âleminin dinî muhteva ile şekillendirerek ve Noel Baba sembolü ile karlar
ülkesinden geyiklerin çektiği kızaklarla neşe ve ümitleri taşıdığı "Noel
Bayramı" bunun farklı bir örneğini teşkil eder. Bu kutlamalarda yine bahara
duyulan özlem "çam ağacı" motifi etrafında şekillendiriliyor. Aynı zamanda bir
takvim değişikliğini de ifade eden bu kutlamalara baktığımızda Türk' ün
kutladığı "bahar bayramı"nın da bir takvim değişikliğini yansıttığı görülüyor.
Burada dikkati çeken husus "baharın başladığı zaman"dır. Türk, bu takvim
değişikliğini "toprağın uyandığı gün" ile özdeşleştirmiştir. Kışın ortasında
baharı kutlamaz. Türklerde bir tabiat, varoluş, diriliş bayramı niteliğinde olan
Nevruz'un ruhî atmosferini ve eskiliğini anlayabilmek için kültürümüzün
yıpranmış, tozlu ve pek okunmayan eski sayfalarına bir göz atmamız gerekiyor. Bu
coşkuyu Türk kamları dualarında, niyazlarında şöyle ifade ediyorlar:
"... Yüce Göktanrı'nın ilk defa gürlediği, yağız yer, altmış türlü
çiçeklerle ilk defa bezendiği, altmış türlü hayvan sürülerinin ilk defa
kişnediği ve melediği zaman sen (Türk'ün Atası) yaradıldın!"
Bu
sözler Türk'ün yaratılış felsefesinin, inancının, hayat tarzının ifadesidir.
Bütün bayramların dinî ve millî bir inanıştan, o toplumu ilgilendiren ortak bir
hatıradan, geleneklerden, duygulardan ve tabiattan doğduğundan bahsetmiştik.
İşte millî bir bayram olan Nevruz da Müslüman olan ya da olmayan çeşitli Türk
toplulukları arasında kamların dua ettikleri asırlar öncesinden günümüze kadar
farklı farklı şekillerde, ama aynı ruhla hâlâ kutlanmakta. Bu bayram İslâmiyet'i
kabul etmiş olan ilk Müslüman konargöçer Türk topluluklarında; sürgün avı, toy,
şölen, yuğ vb. gibi İslâmiyet'le çatışmayan âdetlerden biri olarak devam
edegelmiştir. Böylece bu ananeler günümüz Türk dünyasına ortak kültür mirası
olarak intikal etmişlerdir. Gelenekler, tarihini kesinlikle tespit edemediğimiz
dönemlerden kalmadır. Neden, niçin, nasıl gibi sorular sorulmadan atadan oğula
kalmıştır. Gelenekler bu özelliğiyle millet bağını güçlendiren en önemli
unsurlardan biridir. Baharın gelişinin kutlandığı bugün de böyle bir
gelenektir.
Nevruz, çeşitli kültür çevrelerinde, farklı etnik gruplarda
farklı bir muhtevaya ve anlama sahip olmuştur. Kültürler arasındaki iletişim
sonucunda çeşitli kültürlere girmiş ve benimsenmiştir. Eldeki tarihi
kaynaklardan hareketle en eski Türk adetlerinden, bayramlarından biri olduğu
kesinleşmiştir. Yeni yılın başlangıcı, yenilik, coşku, canlanma gibi nitelikler
hiç değişmeden günümüze kadar yaşadığı uçsuz bucaksız coğrafyalarda
görülmektedir.
Çin kaynaklarından Kutadgu Bilig'e, Kaşgarlı Mahmud'dan
Bîrûnî'ye, Nizâmü'ı Mülk'ün Siyasetname'sinden Melikşah'ın takvimine kadar,
Akkoyunlu Uzun Hasan Bey'in kanunlarına kadar gelen bir çizgide Nevruz ile
ilgili kayıtlar eldedir. Diğer taraftan Sivas hükümdarı Kadı Burhaneddin Ahmed,
Safevi Türkmen Devletinin kurucusu Şah İsmail (Hataî), Osmanlılarda Sultan I.
Ahmed ve Sultan Dördüncü Murad gibi hükümdarların, Mustafa Kemal Atatürk'ün; din
adamlarımızdan Kazasker Bâki Efendi ve Şeyhülislam Yahya Efendilerin,
şairlerimizden Kuloğlu, Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal, Şükrü Baba, Hüsnü
Baba, Fuzulî, Nev'î Efendi, Nef'î, Nedim, Hüseyin Suad ve Namık Kemal gibi
şairlerimizin Fatih devri vezirlerinden Ahmed Paşa'nın; büyük Azeri şairi
Şehriyar'ın ve büyük Türkmen şairi Mahdumkulu'nun uzun bir tarih boyunca Nevruz
bayramının gelişini "Nevruziye" veya "Bahariye" denilen şiirlerle kutladıklarını
da biliyoruz.
Ayrıca Nevruz'un Türk musikisinin en eski mürekkep
makamlarından biri olarak da kültürümüzde yedi yüzyıldan fazla bir maziye sahip
olduğunu da biliyoruz. Bu makam ilk defa Urmiyeli Safıyûddîn Abdulmü'mîn Urmevî
(1224-1294) tarafından kullanılmıştır. Bu şekilde elimizde yirminin üzerinde
makam bulunmaktadır.
Nevruz geleneği ne Sünnilikle, ne Alevilikle, ne
Bektaşilikle doğrudan doğuş bağlantısı olmayan, İslâmiyetten çok öncelere giden
bir gelenektir. Yani bir dinin veya mezhebin bayramı değildir. Bu yüzden de
herhangi bir şekilde bir mezhep adına, bir din adına, bir etnik menşe adına
bağlı gösterilmesi, istismar edilmesi bir ayrılık unsuru olarak takdim edilmeye
çalışılması yanlıştır. Tarihin ve kültürün bütün gerçeklerine aykırıdır.
1990 yılında bağımsızlıklarını ilan eden Türk Cumhuriyetleri'nde
Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Azerbaycan ile Rusya
Federasyonu bünyesindeki Tataristan 21 Mart Ergenekon/Nevruz Bayramı'nı "Milli
Bayram" olarak ilan etmişlerdir. Bu günün coşkuyla kutlanmasına büyük önem
vermektedirler. Türk kültüründen kaynaklanan Ergenekon/Nevruz bayramı, her
yönüyle Türk gelenek ve görenekleriyle zenginleşmiş ananevi ve temeli beş bin
yıllık Türk tarihine dayalı milli bir bayramdır. Türkiye'de de 1991 yılında Türk
Dünyası ile birlikte ortak bir gün olarak resmi tatil olmaksızın bayram ilan
edilmiştir.
Nevruz; Türk insanını birbirine kenetleyen, bağlayan,
Ergenekon'dan demir dağları eriterek dirilen atalarının ruhlarıyla yanan bir
ateştir. Bu ateş, hiç sönmeden binlerce yıl yandı ve gelecekte de
kıvılcımlarından binlerce gönlü tutuşturarak "ortak kültür ocağı"nda binlerce
ruhu ısıtacaktır. Avrasya'nın, Türk âleminin Nevruz toyu kutlu olsun, Nevruz
gülleri geleceğe umutlar taşısın.
Kaynak: Hatice Emel
AŞA, Yeni Avrasya Dergisi, Mart-Nisan 2000NEVRUZUN TÜRK DÜNYASINDAKİ İSİMLERİ
Türk dünyasında, Hunlardan
bazen farklı isimlerle günümüze kadar ulaşan tabiatın ve millî uyanışın
birleştirilmesi anlamını taşıyan Nevruz (Yeni Gün) şenliklerinin şu isimlerle
kutlandığı biliniyor:
Bu bayramdaki kutlamalar, Türk toplum hayatında farklı
fakat bütünleştirici fonksiyonlara da sahiptir. Bunları şu noktalar etrafında
toplamak mümkündür:
. İnsanlar arasındaki karşılıklı sevgi ve saygıyı
kuvvetlendirme.
. Dargınlıkları unutturarak insanları kardeşçe
kucaklaştırma.
. Milli birlik ve beraberliğin, birlikte yaşama isteğinin
güçlenmesi ve dayanışmayı sağlama.
. Geleneklerin, göreneklerin, inançların
sergilendiği bir bayram.
. Bolluk ve bereketin işareti, sembolü.
Huzur
ve barış havasının evrensel ölçülerde geliştirilmesi.
TÜRKLERDE
TAKVİM İHTİYACI VE NEVRUZ
İnsanların hayatlarında takvim, gerekli bir
kültür unsurudur. Günümüzde bu konu bir bilim, meslek haline gelmiştir. Geçmişte
ise bu ihtiyaç bugünden farklı olarak karşı karşıya kalınan şartlara göre
şekillenmiştir. Türkler de konargöçer bir toplum olarak hayatlarını
sürdürdükleri için kır ekonomisi yapısı içinde takvimi bilmek zorundaydılar.
Böylece takvim ihtiyacı içinde bir kültür kalıbı olarak ortaya çıkmıştır.
Geçimlerini toprağa bağlı olarak sürdüren Türkler, genellikle yazın, baharın
başlangıcı ile hayvan sürülerinin otlağa çıkarılması, çiftçilik yapanların ekin
döneminin başlaması için geleneklere uygun olan bir takvim kullanmışlardır.
Bilindiği üzere, Türklerde yılların adları da, ayların adları da, hayvan
isimlerine bağlı olarak söylenmiştir. Yeni yılın başı ise 21 Mart'tır. Ancak
Güneş Yılı ile Ay Yılı arasında 13 günlük bir fark bulunduğundan, 21 Mart
tarihi, bazı topluluklarda Mart'ın 9'una, nadiren bazı topluluklarda 1 - 3 Nisan
ve 21 Haziran'a tekâbül eden kutlamalara yol açmıştır.
Tabiat dinlerinin
bu cins kutlamaları bünyesine alarak kutsallaştırdığı bilinmektedir. Hanefilik
özelliği taşıyan, "Şamanlık" denilen Türklerin milli inanışında yer yer Türk
destanlarının (Ergenekon, Göç, vb.), yer yer inanışların bünyesine karışmış olan
"Yılın Başı" yahut "Yeni Gün", Türklerin Müslümanlığa geçişi sırasında farklı
anlayışlarla İslâmîleştirilmeye çalışılmıştır. Bazı Türk topluluklarında Hz.
Ali'nin doğumu, bazı Türk topluluklarında Hz. Ali ile Hz. Fatıma'nın evliliği,
bazı Türk topluluklarında isme Hz. Hüseyin'in hilâfeti almak üzere
arkadaşlarıyla hareket edip, Kerbela vakasıyla, bazılarının ise Hz. Hasan veya
Hüseyin'in doğum tarihi olarak kabul ettikleri "Mart Dokuzu", destandan
menkabeye, menkabeden efsaneye, efsaneden tevâtüre ve oradan da kültür tavrının
görünüşü olmuştur.
Nevruz, Yenisey-Orhun çevresinden, Altaylara, oradan
da Hun Türklerinin Avrupa'ya yürümesiyle Macaristan'a ve Balkanlar'a ulaşmış,
Milâttan sonra 800'den itibaren Hazar'ın güneyinden Anadolu'ya ve Mezopotamya
denilen bölgeye taşınışla birlikte yeni bir coğrafyada yaşatılmaya başlanmıştır.
Hatta son yıllarda yapılan ve yeni bir kıta da, Amerika'da yaşayan
Kızılderililer hakkında yapılan karşılaştırmalı halk bilimi çalışmalarına göre
bu coğrafyada da Nevruz aynı ruhla kutlanmaktadır. Geçmişten gelen bu bayramın
Müslüman Türkler arasında sadece gerekçesinin İslâmîleştirilmeye çalışıldığı
görülmüştür. Takvimin başlangıcı kimilerince Hz. Nuh'a, Hz. Yunus'a, kimilerince
Hz. Ali'ye bağlı yorumlara sığınılarak fakat hep Şamanlık kalıntısı ile
sürdürülmüştür.DESTANLARDA NEVRUZ'UN İZİ
Destanlar, milletlerin din, fazilet ve
millî kahramanlık maceralarının şiirleşmiş hikâyeleridir. Destanlar, bir
milletin bütün varlığını ifade ederler. Gerek tarih, gerek fikir ve sanat
bakımından büyük değer taşırlar. Destanlar tarihi aydınlatarak fikir ve sanat
hayatına kaynak olurlar. Tarihleri bilinemeyecek kadar eskilere uzanan
milletlerin ilk çağlarını bize bir takım mitolojik menkıbeler halinde
anlatırlar. Bunlar gerçek olmasalar, hatta gerçeğe uymasalar bile, milletlerin
kendi millî mazileri hakkında neler bilip neler düşündüklerini haber vermek
bakımından önem taşırlar. Ancak destan, tarih demek değildir. Kökü tarihe
dayanan, ilhamını tarihten alan bir halk edebiyatı verimidir. Bazı milletler,
millî mizaçları gereğince, destanlarında tarih gerçeklerinden uzaklaşmaz ve halk
diliyle söylenmiş birer tarih gibi, destanlarını tarihe uyan bir ifade ile
söylerler. Türk Milleti'nin destanlarında bu vasıflar üstündür.
Türk
destanlarının İslâmiyet'ten önce de, İslâmî devirde de öz bakımından aynı
karakteri göstermeleri; İslâmî devirdeki Türk destanlarının, sadece değişen bir
medeniyet ve yeni bir kültür anlayışının icabı olan değişikliklerin dışında bir
farklılık getirmemesi, bütünlüğün bozulmamış olması destanlarımızın
özelliklerindendir. Çeşitli ve farklı devirlere ait olmasına rağmen Türk
destanları hiçbir zaman dağınık ve birbirlerinden uzak bir halde değildirler. Bu
destanlar farklı zaman dilimlerinde hep aynı ülkünün peşindedirler: Dünya
yaratılmıştır "Yaratılış Destanı"; insanların çoğalması için "Türeyiş Destanı".
Çoğalan insanlar nereye sığar dersek göç başlar "Göç Destanı". Varılan ilde
bazen de yok olma belası ile karşılaşılır. İşte bu anda "Bozkurt Destanı" doğar.
Oğuz Kağan Destanı, bu yeniden dirilen milletin gelişmesi ve yayılışıdır. Ancak
su uyur da düşman uyumaz. O zaman Türk, kabuğuna çekilir güç toplar. Şu Destanı
ve Ergenekon destanı, bu ebedî gücün toplanışıdır.
Toprağın önce yağmur
sularıyla sulanarak ardından da karın beyaz örtüsü altında kısa bir ölüm
uykusuna yatıp ilkyaz ile yeniden doğması, Türk destanları içinde karşılığını
Ergenekon'da bulmuştur. Nevruz kutlamalarının bir diğer adı da "Ergenekon
Bayramı"dır. Bu isim geçmişten günümüze kadar hâlen çeşitli Türk boyları
arasında canlılığını koruyor. Bu bayram aynı zamanda milletin destanların
gücüyle birbirlerine olan güven bağını güçlendiriyor. Ergenekon da böyle bir
gelenektir. Ebulgazi Bahadır Han'ın Şecere-i Türk'ünde naklettiği Ergenekon
menkıbesi eski Çin kaynaklarının verdiği tarihî olayların bir yankısıdır. 400
yıl dört tarafı yüksek dağlarla çevrili bir vadide kalan Türk'ün yaşama
kavgasıdır. Ergenekon'dan bir bahar günü tekrar ata yurduna döndüğünde
hürriyetini, istiklâlini tekrar kazanmış dosta, düşmana Türk'ün varolduğunu
tekrar duyurmuştur.
İşte o gün 21 Mart günü, "İstiklâlin kazanıldığı"
kurtuluş günü Türklerde bir geleneğin doğmasına sebep olmuştur. Türk milleti
için bu derecede önem kazanan destanı her Türk genci çok iyi bilmelidir. Çünkü
geçmişten günümüze kalan bu miras, karşımıza aldatıcı maskelerle çıkacak farklı
iddialara doğru cevaplar vermemize yardımcı olacaktır.
Bu destan, Gök
Türklerin en büyük destanıdır. Türk destanları arasında müstesna ve çok mühim
bir yeri vardır. Destana göre Ergenekon, Türklerin yüzyıllarca çift sürerek, av
avlayarak, maden işleyerek yaşayıp çoğaldıkları; etrafı aşılmaz dağlarla
çevrili, mukaddes bir toprağın adıdır.
Ergenekon Destanı, çoğu
kaynaklara göre Büyük Hun Devleti döneminde teşekkül etmiştir. Hatta ÇianKen'in
M.Ö. 119 yılında, Çin imparatoruna sunduğu bir raporda, bu destandan söz ettiği
bilinmektedir.
Ergenekon Destanı ile Gök Türklerin tarihi arasında açık
benzerlik vardır.
Her şeyden önce Hun birliğinin dağılışından Gök Türk
devletinin kuruluşuna kadar geçen 450 yıllık zamanla, destandaki 400 yıl
birbirine çok benzemektedir.
Büyük Hun birliğinin Çinlilerle birleşen
bozguncu boyların hücumu ile dağılıp yok oluşu sırasında Altay Dağları çevresine
göçen Gök Türklerin hikâyesi, destanda Kayıhanlı ve Dokuz Oğuzların göçü olarak
anlatılır. Ergenekon Destanı; bir bakıma, Gök Türklerin doğuş destanıdır. Bu
destan ilk defa 13. Asırda tarihçi Reşîdüddin tarafından yazıya geçirilmiştir.
Yazarın "Câmiü't-Tevârih" adlı kitabına kaydettiği bu rivayet, Farsça
yazılmıştır.
Destanların milletlerin şekillenmesinde önemli bir yere
sahip olduğundan bahsetmiştik. Özellikle son yıllarda, Doğu ve Güneydoğu
Anadolulu bir kısım kişiler Ergenekon destanında yansımaları olan Nevruz
bayramını vesile ederek bölücülüğe yeltenmektedirler. Aslında Türk'ün
dirilişinin ve milliliğinin ifadesi olan Nevruz'u Kürt bayramı gibi
tanıtmaktadırlar. Bu iddialarında ise delil olarak "Demirci Kava Destanı"nı esas
almaktadırlar. Onlara göre bu günde (21 Mart'ta) Demirci Kava'nın önderi olduğu
Kürtler Dahhak'a karşı ayaklanarak istiklâllerine kavuşmuşlardır. Bu iddialarını
sabitleştirmek için bazı piyesler de kaleme almışlardır. Mesela Kemal Burkay
imzasıyla yayınlanan "Dehak'ın Sonu" bunun bir örneğidir.
Bu destan
Ergenekon Destanı ile paralel olarak düşünülerek Kürtlerin doğuşu için bir
kaynak olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Kava Destanı'nın Ergenekon
Destanı'nın değişik bir rivayeti olduğuna ise hiç dikkat çekilmemektedir. Ayrıca
bu destanın bir benzerine de Dede Korkut'taki "Basat'ın Tepegöz'ü öldürdüğü
Destan"da rastlıyoruz. Ergenekon Destanı'nın 13. Yüzyılda ilk defa Farsça olarak
yazıya geçirildiğinden bahsetmiştik. Kava Destanı ile ilgili ilk yazılı rivayet
Firdevsî'nin "Şehname"sinde ve Şeref Han'ın "Şerefnâme"sinde yine Farsça olarak
yazılıdır.
Peki, Firdevsî kimdir? Şehname'yi niçin yazmıştır? Ve nasıl
olur da kaynağını ancak XI. Yüzyıla indirebildikleri bir destan parçası ile
Nevruz bayramı özdeşleştirilebilir? Bu soruların cevaplarını tarihin yazılı
kayıtlarında kolayca bulabiliyoruz.
Firdevsî dağılmaya yüz tutan Fars
birliğini yeniden bir araya getirmek için, otuz yıl emek vererek manzum bir eser
yazar. Bu eser Şehname (Şahnâme) adını taşır. Altmış bin beyit tutarındaki bu
eser, İran'ın milli destanı olarak kabul edilir. Defalarca yayınlanır ve kısa
zamanda dünyanın sayılı klasikleri arasına girer. Şehnâme'deki mücadele dışa
dönüktür. Firdevsî, eserini birçok tarihî olaya, efsane, menkıbe, rivayet ve
hayal unsuru motiflerle süsleyerek, Fars ırkının, Arap ve daha ziyade Türk
ırkından üstün bir ırk olduğunu ispatlamaya çalışır. Bu destanda mücadelenin
büyük bir bölümü Türklere karşı verilmiştir. Nitekim bu durum, Türklerin "Buku"
veya "Buka Han" dedikleri "Alp Er Tunga" destanda "Afrasyab (Efrasiyab)" adıyla
karşımıza çıkar; İran Şahı Keyhüsrev tarafından tuzağa düşürülerek, hile ile
öldürülür. Onun ölümüyle birlikte Farslar kendilerine göre dolayısıyla büyük bir
belâdan kurtulmuş olurlar. Bu günü kurtuluş günü kabul edip, bayram yaparlar. Bu
bayram bildiğimiz Nevruz bayramından başka bir şey değildir. Daha sonraki
asırlarda tarihe mal edilecek olan Kava ve Dahhak gibi şahısların varlığı da
yine bu eserdeki efsanelerden kaynaklanır.
Böylece Firdevsî Nevruz'u İran
geleneğine bağlamaya çalışır. Ancak onun kaynağının tarihi ancak XI. Yüzyıla
kadar inebilmektedir. Ayrıca Kava Destanı, Türk destanları ile çok benzerlikler
göstermekte ortak noktalar taşımaktadır.
Her iki destanda; müşterek olup
önemli yer tutan unsurlar, şöyle gösterilebilir:
1. Çadır hayatı
2.
Düşman saldırısı
3. Esaret
4. Esaretten kurtulmak
5. Dağlara
sığınmak
6. Hayvan beslemek
7. Çoğalmak
8. Demircilik sanatı
9.
Ateş yakmak
10. Yayılmak, göç etmek
11. Bayrak dalgalandırmak
12.
Yeni bir hükümdarın başa geçmesi
13. Düşmandan intikam almak
14. Huzura
kavuştukları günü "bayram" olarak kutlamak.
Gerek Demirci Kava, gerekse
Ergenekon Destanı'ndaki ortak noktalar içinde özellikle "Demircilik sanatı"
üzerinde durulması gereken önemli bir konu olarak dikkatimizi çekmektedir.
Bilindiği üzere demirin Türk kültür ve medeniyeti tarihindeki yeri, çok eskilere
dayanmaktadır. En aşağı, M.Ö. 1400'lerde Altay'ların batısında bol miktarda
demir elde edilmekte olduğunu söyleyen W. Ruben; "tarihî vesikalara dayanarak bu
eski Türk sahasını demir kültürünün doğduğu yer kabul etmekte zaruret vardır."
Demektedir.
M.Ö. 1022 yılına ait kayıtta, "lüks kılıç" anlamında bir
"kingluk" kelimesi, "Hunların eski ecdadının sözü' olmak üzere M.Ö. 47 yılında
yazılan bir Çin kaynağında zikredilmiştir. Fr. Hirt, bu sözü Türkçe'de "ikiyüzlü
bıçak" anlamında, bugün dahi kullanılan "kingirlik" kelimesi ile birleştirmiş ve
bunu "tarihte kayıtlı en eski Türkçe kelime" olarak kaydetmiştir.
Gök
Türkler sahasından İran sahasına, mesela Horasan'a "demir levhalar', "karaçori'
ve "bilgatekinî" denilen güzel kılıçların ihraç olunduğu bilinmektedir. İran
destanı bile, Türkleri en eski zamanlardan beri bir "çeliğe bürünmüş" millet
olarak anlatır.
Ergenekon Destanı'nın en önemli motiflerinden biri de,
kuşkusuz bu "demircilik geleneği'dir. Oğuz Kağan Destanı'nda; "canavar geyik
yedi, ayı yedi. Çıdam onu öldürdü. Demir olduğundandır" diyen Türkler, insanı
başka mahlûklara ve başka insanlara hâkim kılan silahın kıymetini elbette çok
iyi biliyorlardı.
Gök Türklerin demirden bir dağ eritmeleri, bunu yapan
kahramanlarını da "demirci" sözüyle ebedîleştirmeleri bu yüzden önemlidir. O
kadar ki Türkler, bu günü bayram bilmiş; Ergenekon'dan çıktıkları günün
yıldönümlerini tiyatroyu andırır temsili törenlerle kutlamışlardır. Bu
törenlerde, ocakta kızdırılmış demirleri örs üstüne koyup iri çekiçle döverek
asırlarca Avar'lara silah yapan ve bu silahlarıyla Türk illerinde büyük
hâkimiyet kuran atalarını, hep saygıyla anmışlardır. Nitekim birçok Türk boyları
demiri mukaddes saymışlar, üzerine and bile içmişlerdir.
Arapların
"hakiki Türk" dedikleri Hakanlı Türkler, kendilerini soy itibarıyla bir "demirci
millet" olarak tanımışlar, hükümdarları demirciliği kutlamışlar ve demircilik
sayesinde esaretten ve zulmetten kurtulduklarına inanmışlar, onlara Çinliler de
Cucen (Avar)lerin demircileri demişlerdir.
Gök Türk devletini kuran
Bumin Kağan ile İstemi Kağan "demirci" idi. Özbek Türklerinin şahları arasında
da demirciler vardır.
Yukarıdan itibaren vermiş olduğumuz bu bilgiler
ışığında Kürtleri Dahhak'ın zulüm ve esaretinden kurtaran Kava'nın da bir
"demirci" olması, bu bakımdan önemlidir. Kava, sıradan bir demirci değil, tıpkı
Gök Türklerde olduğu gibi, demirden savaş araç ve gereçleri yapan bir
sanatkârdır. Kava'nın kimliği hakkında Ferhengi Ziya/Gencine-i Güftar'da bu
yönde bilgiler verilir. Bu isme ilk defa İranlı Firdevsi'nin "Şehname"sinde
rastlanmıştır. Ondan önceki eserlerde bu isim yoktur. Şehname'de Kava'nın
kimliği ve milliyeti hakkında hiçbir bilgi verilmediği halde bir takım Kürt
kaynakları bu kahramanı sahiplenerek kendilerine uydurma bir tarih oluşturmaya
çalışmaktadırlar. Ancak bu konuyla ilgili ilmî bilgiler de mevcuttur. Arthur
Christensen'in öne sürdüğü iddia bir hayli ilgi çekicidir. Ona göre, Kava,
Sasanîler (M.S. 226-642) döneminde ortaya çıkmıştır. Kava'nın adı bu devirde
duyulmaya başlamış ve Dahhak Efsanesi'ne dahil edilmiştir. A. Christensen'in
görüşü aslında bir gerçeği ifade etmektedir. Bu da şudur ki, Demirci Kava, Gök
Türkler devrinde yaşamıştır. Bu bilgilere göre Demirci Kava'nın İran soyundan
değil, Türk soylu bir kahraman olduğu ortaya çıkmaktadır. Kava, İran-Turan
(Türk) savaşlarına sahne olan bir coğrafyada, zulme ve zorbalığa karşı direnen
ve başkaldıran bir önderdir. Her iki destan da aynı coğrafyada kaleme alınmış,
aşağı yukarı aynı asırlarda derlenmiş ve her ikisi de zamanın geçerli yazı dili
olan Farsça ile yazılmıştır. Motifler hep aynıdır.TÜRK DÜNYASINDAKİ NEVRUZ KUTLAMALARI İLE İLGİLİ ADETLER
Çeşitli
adlarla ve yaygın olarak Nevruz adıyla kutlanan bu bahar bayramıyla ilgili
olarak Türk topluluklarında çeşitli gelenekler meydana gelmiştir. Orta Asya'dan,
Balkan Türkleri'ne ve hatta Amerika'daki Kızılderililerin yaşatılan âdetlerinde
bu gelenekleri ve törenleri tespit edebiliyoruz.
K. K. Yudahin'in
eserinden Kırgız Türkleri'nde Nevruz gününün, Mart ayında olduğu ve yeni
yılın ilk günü anlamına geldiği ifade edilir. Bu günde "Nouruz Köcö " denilen
özel bir yemek yaparlar. "Köcö", darı yarması veya bulgur konulmak suretiyle
yapılan bir nevi tirittir.
Kazak Türkleri de Kırgız Türklerinin
yaptığı aşı pişirirler. Ayrıca Nevruz törenlerinde mevlit okuturlar. O günü
evler baştanbaşa temizlenir, yeni elbiseler giyilir. Nevruz törenleri sırasında
ev duvarlarına veya çeşitli eşyaların üzerine kil kaplar atılarak parçalanır.
Ateş üzerinden atlanır. Çadırlar kurulup sofralar açılır.
Özbekistan'ın Semerkant, Buhara, Andican taraflarında, Nevruz
günü başlayan törenler bir hafta kadar devam eder. Halk bu törenlerde çadır
çadır gezerek birbirlerinin bayramını kutlar. Bu ziyaretlerde ikram edilen yemek
"aş" adı verilen pilavdır. Köpkarı, güreş, at yarışları, horoz dövüşleri gibi
gösteriler düzenlenir.
Tacikistan'da Nevruz Mart ayının başından,
21 Mart gününe kadar baharın gelişini ve tabiatın canlanmasını karşılamak
amacıyla kutlanır. Nevruzda yenilen "Ş" harfi ile başlayan 7 yiyecekten süt;
temizliği, tatlı; yaşama sevincini, şeker; serinlik ve dinlenmeyi, mum; ateşe
tapınmayı, tarak; kadının güzelliğini temsil eder. İslâmiyet'ten sonra İslâmî
geleneklere göre "Ş" ile başlayan 7 nesne bunların yerini almıştır.
Afganistan'da Nevruz, Türkler arasında doğum günü olarak
kutlanır. Bugün herkes en yeni elbiselerini giyerler. Kabir ve akraba
ziyaretleri yapılır, güreş tutulur ve oğlak oyunu oynanır. İnsanlar arasındaki
dargınlıkların kaldırılmasına çalışılır. Yeni yıla nasıl başlanırsa, yılın öyle
geçeceğine inanılır.
Türkmenistan'da Nevruz bayramında halk
gününü ülkemizdeki dini bayramlara benzer bir şekilde geçinmekte, karşılıklı ev
ziyaretleri yapılmakta, tebrik mesajları gönderilmektedir. Nevruz kutlamaları
basın yayın organlarında geniş bir şekilde yer
almaktadır.
Azerbaycan'da her yıl Mart'ın 2123'ünde, Nevruz
bayramı büyük törenlerle kutlanır. Mezarlık ziyareti yapılır. Bu ziyaretlerde
hazırlanan helva pilav ve diğer yiyecekler fakirlere dağıtılır. "Gapı Pusma",
"Suya Yüzük Atma", "Su Başı", "Baca Baca" adetlerinde uzun yılların gelenekleri
çeşitli motif ve oyunlarla sürdürülür. Semeni göğertilir. Yani tohum
çimlendirilir.
Nevruz; Karapapaklar'da Nevruz, Kırım Türkleri'nde
Navrez, gündönümü; Batı Trakya Türkleri'nde Mevris, Makedonya ve Kosova
Türkleri'nde Sultanı Navrız, Gagauzlarda İlkyaz bayramı adıyla yukarıda
bahsettiğimiz ortak coşku ve geleneklerle kutlanmaktadır.
Çok geniş
coğrafyaya yayılmış olan topluluklarda Nevruz törenlerinde genellikle şu
oyunların değişmeden devam ettiği gözlenir: Gökböri Oyunu. Türkistan'da oynanan
milli oyunların başında yer alır. Bu oyuna "gökböri, köpkâri, oğlak/ulak,
buzkaşi, kökpar, kükbar" gibi isimler de verilir. At yarışları, cirit oyunu,
kılıç sallama, yamba kapma, güreş, at üzerinde güç gösterisi, sinsin oyunu,
huntu oyunu. Bu oyunlar genellikle spora dayalıdır.
Oyunların bir kısmı
ise seyirliktir. Bunları halk tiyatrosu veya Orta oyunu şeklinde
değerlendirebiliriz: Koskosa oyunu; deve oyunu; ekende yoh, biçende yoh, yeyende
ortag gardaş oyunu; kış bovay; yolbars; argımak.
Nevruz bayramında mahalli
eğlencelere de yer verilir. Gençler aralarında mani ve şiir söyleyerek
yarışırlar. Bunlardan bazıları: Halay oyunu, Yaşıl yarpag, Gızılgül, Hahışta,
Benövşe, Bahtıyar ve atışmalardır.
Anadolu sahasında da oynanan bu
oyunların yanı sıra 21 Mart'ta büyük bir coşkuyla kutlamalar yapılmaktadır.
Geçmişte o güne has olarak macunlar, şerbetler, hediyeler hazırlanarak devlet
erkânı büyükten küçüğe, bunları birbirlerine takdim ederlerdi. Bu adetler
günümüzde Mesir Macunu Şenlikleri adı altında hâlâ devam etmektedir. Anadolu'da
Yörük Bayramı günümüzde de kutlanarak bu âdeti yaşatmaktadırlar.
Anadolu'da "Sultanı Nevruz", "Nevruz Sultan", "Mart Dokuzu" ve "Mart
Bozumu" gibi adlarla bilinen nevruz, gelenekleriyle bütün Türk toplumu
içerisinde yaşamaya devam etmektedir.
Tahtacı Türkmenleri'nde;
Nevruz Bayramı eski Mart'ın dokuzudur ve Sultan Nevruz olarak adlandırılır.
Nevruz, Tahtacı Türkmenleri'nin yaylaya çıkışında; 22-23 Mart tarihlerinde
kutlanmaktadır. Tahtacı Türkmenleri'nde Nevruz; ölülerin yedirilip içirildiği
gün olarak kabul edilir. Burada eski Türk inanç sisteminin atalar kültürü
kendini gösterir.
22 Mart Nevruz'dan bir gün önceyi karşılamaktadır. Bu
gün Nevruz hazırlıkları yapılır. Çamaşırlar yıkanır, yemekler hazırlanır Nevruz
günü yenilen yemekler arasında ıspanaklı börek, soğan kabuğu ile boyanmış
yumurtalar, yufka, sarı burma, şeker, leblebi, lokum sayılabilir. 23 Mart günü
öğleden sonra kadınlar geniş bir tabağa çerezler koyarak "hak üleştirir"ler.
Yiyecekler dağıtılarak "ölünün ruhuna değsin" dileğinde bulunurlar. Bu bayramda
herkes güler yüzlüdür. Suçlar bağışlanır. Bayrama katılmak zorunludur.
Katılmayanlar köy halkınca dışlanır.
Yörükler arasında; Nevruz
ile birlikte, kışın bittiği ve bahar mevsiminin başladığı kabul edilir. Köy ve
yaylalarda 22 Mart'ta, şehirlerde ise Nevruz günü pazara rastlamazsa, bu tarihi
takip eden Pazar günü kutlanır. Köy halkı 22 Mart sabahı yaylalara doğru yola
çıkarlar. Daha önceden "davar evleri"ne yerleşmiş olanlar köylerden gelen akraba
ve komşularına ev sahipliği ederler. Köylerden gelen grupla, yayladakiler
karşılaştıklarında bir el silah atarak "Nevruzunuz kutlu, dölünüz hayır ve
bereketli olsun" şeklinde selamlaşırlar. Gelen misafirler çadırlara yerleşir,
kendilerine ikramlarda bulunulur. Sürü sahipleri tarafından kesilen kurbanlar
birlikte yenilir. Sünni olan yörüklerde imamlar tarafından yapılan dualara halk
katılır ve şükrederler.
Gençler tarafından eğlenceler düzenlenir,
yemekler yenir, şarkı ve türküler söylenir, oyunlar oynanır. Eğlenceler geç
saatlere kadar devam eder.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi illerimizden
Gaziantep ve çevresinde 22 Mart gününe "Sultan Nevruz" adı verilir.
Diyarbakır'da; Nevruz günü halk, eğlence ve mesi re yerlerine giderek Nevruz'u
kutlarlar. Kars ve çevresinde; bu tarihte kapı dinleme, baca baca adetleri
görülür. Evde bulundurulan çeşitli meyvelerden baca baca gezenlere verilir.
Tunceli ve çevresinde; bu gün erkekler alınlarına kara sürerek su
kaynaklarına giderler. Bu karaları orada temizleyerek dua ve niyazda bulunurlar.
Özellikle Orta Anadolu'da Nevruz, "Mart Dokuzu" olarak bilinir. Diğer
bölgelerdekine benzer kutlama adetleri yapılır. Nevruzla ilgili Anadolu'da
görülen diğer gelenekler arasında, ağacın güneşten etkilenmemesi için ağaca bez
bağlanarak yapılan "Mart ipliği" adeti ve özellikle Giresun'da "Mart Bozumu"
adeti önem taşır.
Tekirdağ'da Nevruz soğukların sonu, baharın
başlangıcı olarak kabul edilir ve "Nevruz Şenlikleri" adıyla kutlanır. İzmir,
Uşak, Sivas ve Şebinkarahisar'da hemen hemen aynı geleneklerin devam ettiği
görülür.
Bilindiği üzere eski takvim Mart ayından başlardı. Mart ayının ilk
on iki günü ayrı ayrı ayları temsil etmek suretiyle, o yıl içinde neler olacağı
ilk on iki günden tespit olunurdu. O gün yedi çift, bir tek baş harfi "S" ile
başlayan yiyeceklerden yenilmesi adettendir.
Altay Türkleri arasında 21 Mart'a tekabül eden günde kutlanan "Cılgayak" bayramı vardır. Bu
bayram da Nevruz gibi baharın gelişi, tabiatın canlanması ve yeni bir yıla giriş
bayramı olarak kutlanır. Bu bayramın hazırlıkları yaz mevsiminde başlar. Bir
önceki yıldan toplanarak saklanmış yılın ilk çıkan bitkileri olan kandıklar ve
onların sargay adı verilen kökleri çıkarılarak bunlardan çeşitli yiyecekler
hazırlanır. Ayrıca bu bayram için bal katılmış yoğurt, dondurulmuş ve kurutulmuş
et, koyun ve mal tırnaklarından yemekler yapılır. Dört tahıl hazırlanır. Güneş
bayramının kutlandığı kır başına vurmaya başladığı zaman dört tahılın üzerine
arçın bırakılır. Ateşle bu arçınlar alaslanır. Büyükler çocuklar gibi oyunlar
oynar. Akşama doğru köye dönülürken hep bir ağızdan şarkılar söylenir.
Nevruz'un bir bahar bayramı olduğun ortaya koyan delillerden birisi de
Saha Türkleri arasında yaşatılan Isıah Bayramı'dır. Bu bayram hakkında ilk
bilgileri veren Dr. Yakup Deliömeroğlu şunları söylemektedir:" Göktanrı dini
geleneklerinin hâkim olduğu Saha Türklerinde Isıakh bayramı, ilkbaharın gelmesi
ve yılın bereketli geçmesi için Tanrı'ya bir şükür bayramıdır. Saha Türkologları
ve halkı Isıakh bayramının Türkistan kökenli olduğunu bilmektedirler.
21-22 Haziran tarihleri de Nevruz'da olduğu gibi güneş sisteminin
ayrıcalıklı bir dönemidir; çünkü bugün yılın en uzun günüdür. Diğer yandan Saha
Türkleri'nin yaşadığı Sibirya'da bahar yeni hissedilmeye başlanır.
Isıah
bayramında törenlere, Akşaman'ın dualar ve kımızla tören alanını temizlemesiyle
başlanır. Tören alanına yarım ay şeklinde genç akağaçlar dikilir. Alana ateş
yakılır ve bu ateş törenler bitene kadar söndürülmez. Akşaman'ın yere kımız
serpmesi, duaları ve dualarla yakılan ateşle geçmiş yılın kötülüklerinin
kovulduğuna, yeni başlayan güzel günlere zarar vermelerinin önlenmiş olduğuna
inanılır. Akağaçlara başta genç kızlar ve genç erkekler olmak üzere halk yeni
yılda olmasını istedikleri dileklerini tutarak bez parçası bağlarlar. Bu inanış
ve âdet dünyanın hemen her yerinde bütün Türk halklarında hâlâ yaşamaktadır.
Isıah bayramı hakkında ilk belgelere Hollandalı gezgin İdesa'nın
notlarında rastlanmaktadır. İdesa 17. Yüzyılda Sibirya'dan Çin'e yaptığı
seyahatte Isıah bayramının Sahaların tek bayramı olduğunu yazar. Saha halkının
İlkbaharın gelişini büyük bir coşkuyla kutladıklarından, ateş yakma ve ateşin
törenler son bulana kadar söndürülmesi, bol miktarda kımız yapılması, yerlere
kımız serpilerek "temizlenmesi" ve misafirlerin bu içki ile ağırlanmaları
adetlerinden bahseder.
Bugün de yaşayan bu geleneklerle Isıah, takvimi
bir bayram olarak Saha halkının örf, adet ve tarım faaliyetleriyle kopmaz bir
hal almıştır. Sahalar bu bayramı 2122 Haziran günlerinde yılbaşı olarak
kutlamaktadırlar. Onlar bu bayramı yenilenme, tabiat ve insan doğasının
kaynaşması, iyilik, temizlik ve aydınlığın başlangıcı ve geleceğe umutla
bağlanmanın günü olarak kutlamaktadırlar.
Uzun süren bir kışın ardından
Saha halkı bir araya gelip eğlenir; eğlencelerde kımız içilmesi, bayram yerinde
pişirilen şiş kebapların yenmesi, milli oyunların oynanması, güreş, at
yarışları, Olonhosut yarışları ve vazgeçilmez olarak Osuohay dansı
yapılmaktadır. Olonhosut yarışları kaya parçalarını kaldırarak omuzdan arkaya
atarak yapılan güce dayalı bir Sibirya sporudur. Sibirya'da yaşayan Hakaslar ve
diğer Türk halklarında da aynı spor yaygındır. Osuohay ise Isıakh törenlerinin
vazgeçilmez kısmını oluşturmaktadır. Kımızlar içilip bazı yarışmalar, eğlenceler
yapıldıktan sonra Anadolu halaylarında da bulunan, ellerin parmakların birebir
kilitlenmesiyle yanyana dizilen insanlar Isıakh ateşinin etrafında dans veya
halay çekmeye başlarlar. Bazı destanlarda bu halayın 9 gün sürdüğü
yazılmaktadır."
Bugün de büyük coşkuyla kutlanan Isıah bayramı 1991
yılında Saha Cumhuriyeti kurulduktan sonra diğer Türk Cumhuriyetlerinde olduğu
gibi resmi tatil olarak ilan edilmiştir.
Son yıllarda Amerika'daki yerli
Kızılderili Kabileleri'nin "soy kütüğü" ile ilgili çalışmalar Türk kültürünün
yayıldığı sahalar hakkında bize ilgi çekici bilgiler vermektedir. Bu konuyla
ilgili olarak Dr. Ahmet Ali Arslan şu bilgileri veriyor: " Son yıllarda bağımsız
araştırmacı uzmanların, Sibirya ve Alaska'da ve Alaska'nın daha güneyinde
bulunan insan kemikleri ve toprağa yayılmış insan yağı kalıntıları üzerinde
yaptıkları "gen" araştırmaları Amerika ve Asya kıtalarında vakti ile yaşamış bu
insanların birbirleri ile yakın akraba olduklarını tespit etmesine rağmen,
Amerika'ya Avrupa üzerinden gelenler bu gerçeklere sırt çevirmektedirler.
Amerika yerli Kızılderili kabileleri ile Sibirya Saka, Altay, Hakas, Telvit ve
Tuva bölgelerinde yaşayan eski Türk âdetlerinin ve mevsimlik dinî merasimlerin
birbirine benzemesi ve paralellikler göstermesi oldukça ilgi çekicidir.
Amerika'nın toprakla ve ziraatla uğraşan Kızılderili kabileleri arasında
dinî ağırlıklı merasimlerle kutlanan mevsimlik bayramların başında Mart ayında
"Yeni Yılın Başı" için yapılan kutlama törenleri ve şenlikleri gelir.
Kaliforniya Eyaletinde geçimini topraktan temin eden yerleşik, şehirli
Kızılderili kabileleri, göçebe bir hayat sürerek, yazın serin dağ yamaçlarına ve
kışın ise daha ılık ve mülayim bölgelere göç eden ve geçimini avcılıkla temin
eden Kızılderili kabilelerine kıyasla "Yeni Yılın Başı" kutlamalarına daha büyük
bir bağlılık göstermektedirler. Bu kutlamalar, "Eski yıldan yeni yıla geçişi,
ölümden sıyrılıp yeniden dirilişi, kısırlıktan kurtulup yeniden üremeye dönüşü
kutlamak maksadıyla" yapılmaktadır.
Kaliforniya ve etrafındaki
topraklarda dağınık olarak yaşayan Amerika yerli Kızılderili kabilelerinden
Yurok, Karuk, Hupa, Yuki, Pomo, Modoc ve Maidu kabileleri yeni yılın başlangıcı
olarak kabul edilen "Mart" ayında, bahar bayramını, tabiatın yeniden canlanması
ve uyanmasına bağlı olarak "Yeniden Doğuş"un bir sembolü olarak kutluyorlar.
Bununla ilgili dinî merasimlere diğer Kızılderili kabilelerinde olduğu gibi,
yine kabilenin Şamanı öncülük etmekte ve yönetmektedir.
Yeni yılın
başlangıcı olan Mart'ta kutlanan "Diriliş" kutlamaları ile ilgili
Kızılderililerin yaptığı merasimlerde kabilenin yaşadığı köy veya kampın tam
orta yerine uzun ve düzgün bir "direk" dikilir. New Mexico, Arizona ve
Kaliforniya eyaletlerinde yaşayan Kızılderili kabileleri köyün orta yerine
dikilen bu "direğin" kâinatın "ekseni" olduğuna ve dünyayı yaratan "Bir"i temsil
ettiğine inanırlar. Bu inanç yerleşik ve şehirli manasına gelen "pueblo" yerli
Kızılderili kabileleri arasında da aynı şekilde yaygındır.
Kızılderililerin yaptığı merasim ve kutlamaların en ilginç yanlarından
birisi, kabilenin Şamanı'nın "Gök Tanrı" olarak kabul edilen "Ulu Ruh"a daha çok
yaklaşmak ve kabilesi için O'nun yardımını ve rahmetini talep etmek maksadıyla,
bu düzgün "direğe" tırmanmasıdır. Dinî maksatlı bu merasimi yöneten Şaman'ın bu
direğe tırmanması, mensubu olduğu kabilesini kötü ruhlardan ve onların sebep
olabileceği hastalıklardan koruması, yeni yılda kabilesine bol mahsul bahsetmesi
konularında görüşme talep etmek maksadıyla "Gök Tanrı"ya Daha yakın olma amacı
taşır. Direğe tırmanma merasimi Kaliforniya eyaletindeki Camella Kızılderilileri
arasında oldukça yaygındır." Demirin Türk tarihindeki yerinden yazımızda
bahsetmiştik. Demir Türk'ün inanç sistemi içerisinde bütünleştirici bir
unsurdur. Ergenekon Destanı'nın ana temasını oluşturan "Demirin eritilmesi ve
kutsallığı" motifleri Amerika'da ki Kızılderililer arasında da yaygındır. Onlar
da demire hürmet ederek özellikle yılbaşı kutlamalarında mutlaka demir uçlu
silahları itina ile taşırlar. A.Arslan araştırmasında bu konuyu şöyle anlatır.
"Türk kültür tarihinde ve önemli mevsimlik merasimlerde mühim bir yer tutan
"Demir" e Kuzey Amerika Kızılderili kabileleri arasında da büyük önem verilmekte
ve bazı kimselerin demirden yapılmış mukaddes sayılan "Silah" lara dokunması
katiyen yasaklanmıştır. Amerika Kızılderili kabilesinde, hamile kadının demir ve
çelikten yapılmış silahlara dokunması yasaktır. Öldürücü gücü kaybolur ve
düşmana tesir etmez korkusu ile özellikle hamile kadınların ve yetkili olmayan
şahısların kabilenin savaşçılarının silahlarına dokunması yasaktır. Yaygın olan
söylentilerin tam aksine, bu kadar tabu ve yasaklamaya rağmen, Kızılderili
kabilelerinden hiç birisi, ne şekilde olursa olsun diktikleri toteme
tapınmazlar.
Amerika'da Alaska'nın Güneyinde yaşayan Yakutat ve Tlingit
Kızılderilileri arasında "demir"e Sibirya Türkleri'nin verdiği değere eş bir
hürmetle yaklaşılmaktadır. "Yakutat ve Tlingit Kızılderilileri de diğer
Kızılderililer gibi çelikten yapılmış bıçak ve savaş baltaları veya sivri uçlu
silahlar yapmak için kullandıkları demire büyük hürmet ve rağbet gösteriyorlar."
Ahmet Ali Arslan'ın yapmış olduğu bu araştırma şu sonucu ortaya
çıkarıyor: "Türk Şamanizmi ile Amerikan yerli Kızılderili Şamanizminin izlerine
"Yeni Yılın Başı" merasimlerinde yoğun bir şekilde rastlanmaktadır. Aynı zamanda
paralellikler mevcuttur. Mart ayında kutlanan yeni yıl merasimleri Orta Asya
Türk şamanizmine paralel olarak Güney Amerika'da, Bolivya'da yaşamakta olan
"Aravak" ve "Manası" Kızılderili kabilelerinin varlıkları tespit edilmiştir.
Ayrıca Amerika'nın Mexico eyaletinde yaşayan "Arıkara" Kızılderili Şamanı'nın
ilkbaharda Türk Şamanlarının yaptığı ayinlerin aynısını yaptığına dair kayıtlar
mevcuttur. Bütün bu kalıntılar Orta Asya'dan Amerika'ya geçen Şaman kültürünün
dolayısıyla Türk kültürünün kalıntılarıdır.ATATÜRK'ÜN HUZURUNDA YAPILAN BİR NEVRUZ TÖRENİ - 21 Mart
1922
Aslında, Ergenekon Destanı, çok daha gerilere dayanmaktadır.
Hunlar devrindeki bazı Çin kaynakları Ergenekon Destanı'ndan haberler
vermektedir. Bu bilgilere dayanarak Demirci Kava'nın yaşadığı devri Hun'lar çağı
olarak düşünebiliriz. Hun Türkleri'nin bir kahramanı olarak Kava, Türk boyları
ve kavimlerinin muhayyilesinde hep canlı olarak yaşamış ve unutulmamıştır. Bu
düşünceyi kuvvetlendiren bir diğer kaynak ise Hunlara ait Oğuz Kağan
Destanı'nda, "Tömürdü Kağul" adı ile karşımıza çıkan kahramanda şekillenir.
Destana göre; Oğuz Kağan, Çürçet Kağan üzerine yürürken, yolda bir ev
görmüştü. Bu evin duvarları altından, pencereleri gümüşten, çatısı ise
demirdendi. Bu demir çatıyı ancak, Oğuz ordusundaki Tömürdü Kağul adlı bir
"demirci" açmıştı. "Tömür", "demir", "tömürdü" demirci demektir. Tömürdü Kağul
da, Demirci Kağul anlamındadır.
Günümüze kadar gelebilmiş destan
parçalarından hareketle Nevruz hakkında ortaya atılan iki görüşe rahatça cevap
verebiliyoruz. Bu görüşlerden birincisi; Türklerde bahar bayramı (Nevruz),
bilinebilen en eski zamandan beri Türklerin bayramıdır ve onlar vasıtasıyla
bütün Asya'ya ve Avrupa'ya (Avrasya) yayılmıştır. İkinci görüş; bu bayram İran
menşelidir, eski İran efsaneleriyle bağlantılıdır. Her iki görüşe Prof. Dr.
Reşat Genç'in sözleriyle cevap vermek yerinde olacaktır: "Eğer İran'da da,
Hunlarda olduğu gibi milattan önceki yıllarda Nevruz bayramı olsaydı, milattan
sonra XI. yüzyıla gelmeden önceki İran metinlerinde de bunların izlerinin
bulunması gerekmez miydi?".
KÜLTÜR BAKANLIĞINCA
2001 YILINDA NEVRUZLA İLGİLİ GERÇEKLEŞTİRİLEN ETKİNLİKLER
Nevruz
Genelgesi hazırlanıp Valiliklere gönderilerek, 21 Mart 2001 tarihinde Nevruz'un
tüm yurtta Nevruz'un içeriğine yakışır bir şekilde kutlanması
istenmiştir.
- Nevruz konusunda hazırlanan afiş, broşür ve çizgi
romanların dağıtımı yapılarak, halkın bilgilendirilmesi sağlanmıştır.
-
Bakanlığımızca önce hazırlanmış olan Nevruz konulu çizgi ve spot filmler
çoğaltılarak televizyon kanalları ve illere dağıtımı yapılmış olup TRT ve diğer
televizyon kanalları ile yerel televizyonlarda gösteriminin gerçekleşmesi
sağlanacaktır.
- Eğitim Dairesi Başkanlığı tarafından yurtiçi ve
yurtdışında ilk ve orta öğretim okulları öğrencileri arasında Nevruz konulu
resim, şiir ve kompozisyon yarışmaları düzenlenmiştir.
- Güzel Sanatlar
Genel Müdürlüğü sanatçıları tarafından yurtiçinde (Adana, Mersin, Tarsus, Iğdır)
ve yurtdışında (Belçika) konserler verilecektir.
- Güzel Sanatlar Genel
Müdürlüğü sanatçıları tarafından 29 Mart 2001 tarihinde Bitlis ili Ahlât
ilçesinde Milli Piyango İdaresi Başkanlığı tarafından gerçekleştirilecek Nevruz
özel çekilişinde konser verilecektir.
- Ülkemizin farklı bölgelerinden 15
ilden (Adıyaman, Ağrı, Artvin, Bingöl, Gaziantep, Hakkâri, Hatay, Mardin, Muş,
Kahramanmaraş, Van, İçel, Kırşehir, Kırklareli, Manisa) öğrenci grupları Nevruz
Etkinliklerine katılmak üzere Ankara'ya davet edilmiştir. Ankara'da
gerçekleştirilecek etkinlikler çerçevesinde:
- Devlet Tiyatroları Genel
Müdürlüğü sanatçıları tarafından 20 Mart 2001 tarihinde "III. Selim" ve 25 Mart
2001 tarihinde "Bakhalar" adlı tiyatro oyunları sahnelenecek.
- Devlet
Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü sanatçıları tarafından 19 Mart 2001 tarihinde
"Florinda" adlı müzikal çocuk oyunu sahnelenecek.
- Kültür Bakanlığı
Ankara Türk Dünyası Müzik Topluluğu tarafından 19 Mart 2001 tarihinde bir konser
verilecek.
- Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 21 Mart 2001 tarihinde
Nevruz konulu bir fotoğraf sergisi açılacak.
- 21 Mart 2001 tarihinde
Hilton Oteli'nde devlet erkanı ve yabancı misyon şeflerinin de katılacağı Nevruz
Resepsiyonu verilecek.
- Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi Genel
Müdürlüğü (TÜRKSOY) tarafından 21 Mart 2001 tarihinde "Türk Dünyası Öğrenci
Gençliği Nevruz Buluşması" adlı şenlik gerçekleştirilecektir.
- Nevruz
Kutlamalarını geleneksel boyutuyla tespit etmek amacıyla Tokat ve Iğdır
illerinde alan araştırmaları yapılacaktır.
İLLERDE
GERÇEKLEŞTİRİLEN 2001 YILI NEVRUZ ETKİNLİKLERİ
Gönderilen Nevruz
Genelgesi doğrultusunda hazırlanan ve İl Kültür Müdürlükleri koordinasyonunda
gerçekleştirilecek kutlama programları şu şekildedir:
- Nevruz konulu
çizgi ve spot filmlerin, yerel televizyonlarda gösteriminin yapılması
sağlanacaktır.
- Yerel basında Nevruz konulu yazılara yer verilmesi
sağlanacaktır.
- Eğitim Dairesi Başkanlığı tarafından düzenlenen Nevruz
konulu resim, şiir ve kompozisyon yarışmalarına katılarak dereceye girenlere
illerde gerçekleştirilecek törenlerle ödüller verilecektir.
- İllerde
bulunan üniversitelerin öğretim üyeleri, bilim adamları ve uzmanlar tarafından
Nevruz konulu konferans ve söyleşiler gerçekleştirilecektir.
- Yöre
sanatçıları tarafından konserler verilecek, halk oyunları gösterileri
yapılacaktır.
- Nevruz konulu yayınlardan oluşan kitap sergileri
açılacaktır.
- Kamu kurum ve kuruluşları işbirliğinde Nevruz Ormanı
oluşturma amacına yönelik olarak ağaç dikimi çalışmaları gerçekleştirilecektir.
- Bakanlığımızca hazırlanıp gönderilen Nevruz afişleri ve broşürü
dağıtılarak etkin bir biçimde duyurulması sağlanacaktır.
KÜLTÜR
BAKANLIĞI İŞBİRLİĞİNDE DİĞER KAMU KURUM VE KURULUŞLARINCA GERÇEKLEŞTİRİLEN 2001
YILI NEVRUZ ETKİNLİKLERİ
- Milli Piyango İdaresi Başkanlığı
tarafından 29.03.2001 tarihinde Bitlis İli'nin Ahlât İlçesi'nde Nevruz Özel
Çekilişi Yapılacak, bu çekilişte Bakanlığımız Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü
sanatçıları tarafından bir konser verilecektir.
- Diyanet İşleri
Başkanlığı tarafından TRT 4 kanalında Diyanet Saati programında konuyla ilgili
bir söyleşi yapılacak, Diyanet Aylık Dergisi'nde ve Diyanet Avrupa Dergisi'nde
"Türklerde Nevruz Geleneği" konusunu işleyen yazılar yayınlanacaktır.
-
Camilerde okunacak Cuma Hutbesi'nde Nevruz konusuna yer verilmesi
sağlanacaktır.
- Posta İşletmeleri Genel Müdürlüğü tarafından Nevruz
konulu özel gün zarfları hazırlanacaktır.