Sinan, Türk mimarlık sanatının en büyük ustalarından biridir. Yurdumuz onun
ölümsüz yapıtları ile doludur. Sinan'ın eserleri bugün bile görenleri hayran
bırakmaktadır. Eserlerinde incelik, sağlamlık ve güzellik göze çarpar.
Sinan'ın eserleri gün görmüş, hoş görülü bilge kişiler gibidir.
Yüzyıllar ötesinden sabırlı, ağırbaşlı, eşsiz güzellikleri ile bize bakarlar.
Yeryüzünde bu duyguyu veren az sayıda sanat yapıtı vardır. Dünyanın öbür
köşelerinden Sinan'ın eserlerini yakından görmek için her yıl yurdumuza binlerce
turist gelir. Beğeni, şaşkınlık, güzel bir sanat yapıtı karşısında duyulan coşku
ile izlenen yapıtları övünç kaynağımızdır.Sanat anlayışında meydana gelen değişikliklere rağmen O'nun
eseri, değerini korumaktadır. Kötü doğa koşulları, yağmurlar, rüzgarlar, seller,
depremler bu eserlerin güzelliğini, sağlamlığını, inceliğini bozamamıştır.
Sinan'ın büyüklüğü, yapılarının ölmezliği, buradan gelmektedir.
Türkler güzel sanatların, mimari, süslemecilik, oymacılık ve
yazı (hat) dallarında eşsiz eserler ortaya koymuştur. Bütün dünyanın beğenisini
kazanan bu yapıtlar müzelerimizin en değerli hazinesidir.
Mimarlık
alanındaki yapıtlarıyla kendini dünyaya kabul ettiren Mimar Sinan bazı
kaynaklara göre 29 Mayıs 1490 günü Kayseri'nin Kesi bucağına bağlı Ağırnas
köyünde doğmuş. Çocukluğunda arkadaşları bilinen oyunları oynarken O; bahçelere,
bağlara su yolları, köprüler, topraktan kaleler, evler yapardı.
Yaşadığı
devirde Anadolu'nun genç ve sağlıklı çocukları köylerinden, yurtlarından
devşirilir, saraya getirilirdi. Eğitimlerine özen gösterilen bu çocuklar,
sonradan yeniçeri olarak veya devletin öteki işlerinde görevlendirilirdi.
Sinan, Yavuz Sultan Selim zamanında devşirilerek İstanbul'a getirildi.
Sarayda acemi oğlanlar okuluna verildi. Bu okulda okuma yazmanın yanı sıra
uygulamalı sanatlar da öğretiliyordu. Sinan marangozluğu seçti. Ünlü ustaların
yanında cami, han, çeşme ve hamamların yapımında çırak olarak çalıştı. Sonra
askeri mimar olarak görev yaptı. 1535'te Osmanlı ordusunun İran seferi sırasında
Van'ı almaya giden askerler arasında Sinan'da vardı. Van Gölü kıyısında
askerlerin karşıya geçmesi için gemi yapılması gerekti. Bu iş Sinan tarafından
gerçekleştirildi. Barbaros Hayrettin Paşa ile İtalya sahillerini dolaştı, bu
arada Bağdat seferine katıldı. Savaşta köprüler yaparak orduya zafer yollarını
açtı.
Sefer dönüşü Sinan tümüyle mimarlık mesleğine girdi. Mimar
Hasekisi sanını aldı. 1538'de saraya mimarbaşı oldu.
O yıllarda Osmanlılar;
dünyanın büyük bir bölümüne egemendi. Sinan İstanbul'da Bizans mimari eserlerini
inceledi. Yavuz Selim'in doğu seferlerine, Kanunî Sultan Süleyman'ın batı
seferlerine katıldı. Dünyanın ünlü mimarî yapıtlarını yakından gördü, onları
incelemek fırsatını buldu. Hiç bir zaman gördüklerini taklit etmedi.
Sinan'ın bilinen 315 eseri vardır, bunun 73'ü cami, 49'u mescit, 50'si
medrese, 7'si kitaplık, 17'si imaret, 6'sı hastane, 7'si su kemeri, 7'si köprü,
18'i kervansaray, 5'i buğday deposu, 31'i hamam, 18'i türbedir.
İlk eseri
Kanunî Sultan Süleyman'ın oğlu Şehzade Mehmet adına 1543 yılında yaptığı Şehzade
Camii'dir. Cami 1548 yılında bitti.
Sinan'ın yapıtlarında, durmadan kendini
aşma, daha iyiye, daha güzele varma çabası görülür. En büyük amacı «işte bu
yaptığım eser en iyisi» diyebilmekti. Fakat arka arkaya yarattığı eserlerden
sonra en görkemlisi olan Edirne'deki Selimiye Camii için bile «İşte en iyisi»
diyemedi. En iyiye, en güzele ulaşmak için hep çalıştı. Bütün yapıtları
birbirini aşan birer sanat anıtıdır. Kendi anlatımına göre, sanat yaşamını üç
bölüme ayırır. Buna göre Sinan; Şehzade Camisini çıraklık, Süleymaniye Camiini
kalfalık, Selimiye Camiini de ustalık devrinin eserleri olarak nitelendirir.
O devirde saray baş mimarinin görevleri oldukça yüklü idi. İstanbul'un
imarı, caddeleri, kaldırımları, su yolları, kentin alt yapı işleri, evlerin
yapımında belli kuralların uygulanması, kale yapımlarının denetimi hep baş
mimarın görevleri arasında idi.
Mimar Sinan İstanbul'un su yolları ile
uğraşırken 1550 - 1560 yılları arasında Süleymaniye Camiinin yapımını tamamladı.
Anlatılanlara göre «Sinan, Süleymaniye Camiini yapmak için iki yıl İstanbul'da
yer arar. Caminin şimdi bulunduğu yere temel kazdırır. Toprağın kayıp
kaymadığını, temelin sağlam olup olmadığını denemek için temelin üstüne cam
döktürür ve dört yıl bekler. Bu arada Sinan'ı çekemeyenler Kanunî'ye şikayet
ederler, «Dört yıldır yapıya başlamadı» derler. Sinan temelin sağlam olduğunu
anladıktan sonra caminin yapımını hızla sürdürür. Kubbenin yapımı bittikten
sonra ses yansımasını ayarlamak için, geceleri yapıya gelir. Kubbenin altında
nargile içer. Su sesinin duvarlara yansımasını dinler, caminin iç bölümlerini
ona göre yapar.
Süleymaniye Camiinin yapımı tamamlandıktan sonra Sinan
caminin anahtarlarını Kanunî Sultan Süleyman'a verdiği zaman çok mutlu idi.
Padişah Sinan'a
-Yapımını gerçekleştirdiğin bu Tanrı evini dua ederek
açmak sana düşer. Dedi.
Mimar Sinan'ın yapıtlarının bir özelliği de
kimin için yapılmışsa o kişiyi çeşitli yönleri ile yansıtmasıdır. Örneğin Kanunî
Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah Sultan adına yaptığı Edirnekapıdaki Mihrimah
Sultan Camii ince ve zarif görünümüyle bir kadını, Süleymaniye Kanunî Sultan
Süleyman'ın görkemini yansıtmasıyla ün kazanmıştır. Edirne'deki Selimiye de
ikinci Selim'in şair ruhunu anlatan incecik zarif minareler vardır. Her minarede
bulunan üç şerefeye üç ayrı merdivenden çıkılması, dünya mimarisinde o güne
kadar uygulanmamış bir işlemdi.
Mimar Sinan yapıtlarında hiç bir planı
ikinci defa kullanmamıştır. Her yeni yapıtına yeni buluşlarını eklerdi.
Mimar Sinan'ın evi İstanbul'un Süleymaniye semtinde idi; adına bir okul ve
bir sebili vardı. Öldükten sonra Süleymaniye Camiinin bahçesindeki türbesine
gömüldü.
Sinan, paraya önem vermeyen bir kişiydi. Osmanlı
İmparatorluğu'nun en zengin yıllarında yaşadı. Ünü dünyanın her yönüne yayılmış
olan bu büyük mimar hiç zengin olmadı. Yanında çalışanların emeklerinin
karşılığını tam olarak verdi. Kendisi yüz yıllık yaşantısında hep para sıkıntısı
çekti. Dünya mimarlık tarihine adını altın harflerle yazdıran Koca Sinan'ın ruhu
gibi, esin kaynağı ve gönlü de zengindi.
Mermere renk, taşa zevk işleyerek,
Kubbeleri nasıl yaptın öyle denk?
O minarelerde ilahi ahenk...
Ebedi sanatın sırrını attın.
Süleymaniyeler, Selimiyeler,
Tasviri imkansız birer şaheser.
Koca
Mimar Sinan, bunlarla meğer,
Bir zafer devrini demek yaşattın?
Mimarlık tahtında bir saltanatın..
Dehanla tarihi getirdin dile,
Sanatı söylettin çeşme, sebile
Bir mülkün sahibi olmasan bile.
İ. Hakkı TALU
SİNAN'I ANIŞ
Yüce Selimiye önlerinde biz,
Bir yıldönümünü hep yad'a geldik,
Temiz
duygularla taştı kalbimiz,
Sinan! Sinan! diye feryada geldik.
Adını cihanda bak, haykırıyor:
Taştan yarattığın her ölmez eser,
Göklerde hep seni soruyor arıyor,
Nice nice kubbe ve minareler.
Yüce Selimiye önlerinde biz,
Bir yıl dönümü yad'a geldik
Temiz
duygularla taştı kalbimiz
Sinan! Sinan! diye feryada geldik.
M. Uluğ TURANLIOĞLU
SİNAN İÇİN
Ey mimarlar mimarı! Benim yüce Sinan'ım
Seni andıkça artar, güvenimle
inanım.
29 Mayıs günü içim dolar seninle.
Altın yapraklarıyla tarihim
gelir dile.
Cenk olunca «Ocak» tan seferlere yollandın
Kılıncını
bir pergel, gönye gibi kullandın,
Sanatın anlaşılmaz sırlarına erdin sen,
Çekicinle mermere ebedi ruh verdin sen.
Birer hayat fışkırır
saray, hamam, çeşmeden,
Bütün Türk'ler mutludur, dehana erişmeden,
Zekanın şimşekleri ufuklarda çakıyor.
Selimiye'n, dünyayı hayrette
bırakıyor.
Varlığınla milletin kıvanç duysun öğünsün,
Seni
tanımayanlar, bilmeyenler döğünsün,
Adını işleyerek kalbimin üzerine,
Şiirimi sunuyorum, mum yerine türbene.