Okul hayatı ya da eğitim dendiğinde ilk akla gelen başarı kavramı olmaktadır. Başarının değerlendirme ölçütü ise öğrencilerin sınav notları ve öğretim programlarına uyumu ile belirlenmektedir.
Çocukların eğitime başladıkları yer ilköğretim okullarıdır. Bu sebeple bu okullar hem ailelerin hem çocukların hayatında çok önemli bir yer teşkil etmektedir. Çünkü çocukların başarılı ya da başarısız olarak değerlendirilmeye başlanması bu dönemde gerçekleşmektedir.
Günümüzde her alanda olduğu gibi eğitim alanında da oldukça yoğun rekabet yaşanmaktadır. Böyle bir ortamda aileler, haklı, olarak çocuklarından başarı beklemektedirler. Bu uğurda hemen her aile tüm fedakarlıkları yapmakta, tüm imkanlarını seferber etmektedir. Fakat tüm bu çabalara rağmen her zaman olumlu sonuçlar alınamamakta, başarısızlık ile karşılaşılmaktadır. Peki bunun sebepleri nelerdir?
Başarının oluşumu için neler gereklidir? Tabi” ki bu noktada söylenecek, başarıyı etkileyen oldukça fazla faktör vardır.
*Başarının oluşumunda öncelikle öğrencide bulunması gereken özellikler üzerinde durulmalıdır.
Öğrenciden kaynaklanabilecek başarı ya da başarısızlık nedenlerinin en önemlileri zeka, yetenek ve kişilik özellikleridir. Bu üç önemli öğeye başarının hammaddeleri diyebiliriz.
Zeka ile ilgili birçok araştırmadan çıkan sonuç, öğretim programlarında başarılı olabilmek için her zaman çok üstün zekaya ihtiyaç olmadığıdır. Aksine çok zeki çocukların bile başarısız olabileceği sonucu çok önemli bir tespittir. Öyleyse, varolan zeka potansiyeli doğru şekilde yönlendirilmeli, işlerliğe sokulmalıdır. Tabi” burada sosyo-ekonomik durum, aile ortamı ve tutumları, duygusal nedenler de etkili olmaktadır. Duygusal ihtiyaçları karşılanmayan çocuklar ne kadar zeki de olsalar bunu kullanamazlar ve başarısız olurlar.
Bir diğer etken ise çocukların ilgi ve yetenekleridir. Yetişkinler gibi çocuklar da ilgilendikleri, sevdikleri konularda başarılı olurlar. Özellikle resim ve müzik yetenekleri ilköğretim döneminde en erken ortaya çıkan özelliklerdir. Bu özelliklere dikkat edilmeli, çocuklar bu yönde geliştirilmelidir.
Çocuklarda başarıyı etkileyen kişilik özelliklerinin bir kısmı doğuştan gelen yapısal özelliklerle açıklanabilirken, bir kısmı da ailenin ve çevrenin etkisi ile öğrenilmiş davranışlardır. Çocuğun öğrenmeye ve okumaya güdülenmesinde, kendine olan güveni, çevresiyle iletişimi çok önemlidir. Konuyla ilgili bir araştırma ile, başarılı öğrencilerde, neşeli, kolay uyum sağlayan, sosyal, hırçın, girişken, mantıklı ve iyimser olma özelliklerinin bulunduğu belirlenmiştir. Buna karşılık, başarısız öğrencilerde daha durgun, içedönük, uysal, uyumsuz, sıkılgan, kötümser veya öfkeli davranış biçimleri tespit edilmiştir.
Kişilik özelliklerinin başarıya etkilerini belirtirken sosyal uyum ve iletişim konularından söz ettik. Başarıda bir diğer önemli nokta, çocuğun anadilini çok iyi biliyor ve kullanıyor olmasıdır. Sözel ifadesi iyi gelişmiş, kelime hazinesi geniş olan öğrencilerin, iletişimde ve sosyal ilişkilerde başarılı oldukları gözlenir. Tabi” tüm bu yeteneklerin gelişmesi ailenin tutumu ve çocuğun okuma alışkanlığıyla yakından ilişkilidir. Kitap okuma alışkanlığı olan çocukların, öğrenmeye, araştırmaya ve çevreye ilgisi artar.
Başarının oluşumunda çocuğun öğrenmeye güdülenmesinin (motivasyon) çok önemli bir etken olduğunu söylemeden geçemeyiz. Başarı güdüsünün oluşmasında sosyal çevrenin rolü çok büyüktür. Mc Cleland, başarı güdüsünün temelinin çocukluk deneyimlerinde gizli oluduğunu söylemiştir. Başarı güdüsünün gücü, önce kişinin genel enerji düzeyine bağlıdır. Bu da fiziksel, metabolik ve yapısal etkenlerle ilgili bir durumdur. Bir diğer etken ise kültürel yapı, okul ve aile değerlerinin özellikleridir. Başarıyı oluşturacak olan motivasyonun sağlanması için her türlü çevresel ilişkiye dikkat edilmesi gerekir. Çevreden ve eğitimden kaynaklanan hatalar başarı için gerekli olan öğrenme isteğini ortadan kaldıracaktır. Bu noktada aileye büyük görevler düşmektedir. Başarının motivasyonla ilişkisini belirtirken fiziksel özelliklerden söz ettik.
Çocukların başarısında, beslenme ve fiziksel şartların niteliği de çok önemlidir. Çocukların yaşlarına uygun vitamin ve kalorileri almaları gereklidir. Aynı zamanda bedensel sağlıklarına dikkat edilmelidir. Çocuklarda, çeşitli sebeplere bağlı yorgunluklar, (hastalık, fazla ders çalışma, uykusuzluk, üzüntü ve heyecanlar) başarının düşmesine sebep olabilir.
*Başarının oluşumunda, ikinci etken olarak okul-öğretmen faktörü üzerinde durmak gerekir.
Okul, bilgi ve kültürün genç kuşaklara sistemli bir şekilde aktarılmasında rol oynayan önemli bir kurumdur. Ancak günümüzde okul sadece bilgi aktaran bir kurum olma kimliğinde değildir. Okul, bir yönden de çocuk ve gençlerin hayata hazırlanmalarında ve sosyalleşmelerin de etkili olmaktadır. Bu yüzden okul dediğimizde iki önemli konudan söz etmek gerekir: Okul ortamı (fiziksel şartlar) ve insanlar arası ilişkiler (öğrenci-öğretmen, öğretmen-veli ilişkileri).
Fiziksel Ortam
Günümüzde, fiziksel ortamın insan davranışının değişmesi ve gelişmesine etkisi tartışılmaz bir konudur. Çünkü şehir hayatının getirdiği birçok sorun söz konusudur. Yetişkinlerin bile, zaman zaman sıkıntıda kaldığı bu ortamda çocuk ve gençler kısıtlanmaktadır. Oyun sahaları ve yeşil alanların azlığı çocukların var olan enerjilerini atamamalarına sebep olmaktadır. Bunun için okullarda uygun oyun ve spor alanlarının bulunması, sınıfların çocukların gelişim düzeyine uygun olması, çocukların rahat hareket edebilecekleri şekilde düzenlenmesi son derece önemlidir. Sınıfların aydınlık, temiz, uygun renklerle boyanmış, geniş olması gereklidir. Aynı zamanda sıra, iskemle ve masaların çocuğun yaşına uygun, beden gelişimi dikkate alınarak seçilmiş olması sağlıklı bir eğitimin oluşabilmesi için hiç de lüks şeyler değildir. Bütün bunların yanında, sınıfta öğretime ve öğretmene yardımcı olacak ders araç ve gereçlerinin de önemli bir payı vardı. Gelişen teknolojiye uygun ders araçlarının sınıfta bulunması, öğretimi kolaylaştırdığı gibi bilginin daha kalıcı olmasını sağlar ve öğrencideki öğrenme isteğini arttırır.
Ayrıca öğrenciler, spor derslerinin yanı sıra boş zamanlarını değerlendirebilecek imkanlara sahip olmalılar. Çünkü çocuk ve gençler gelişimleri gereği fazla enerjiye sahiptirler. Var olan fazla enerjiyi oyun ve spor aracılığıyla atmaları en uygun yoldur. Üstelik bu imkanı iyi kullanan öğrenciler, ders esnasında daha sakin, derse karşı istekli ve ilgili olabileceklerdir.
Öğretmen-Öğrenci ilişkileri
Başarılı bir öğretimin gerçekleştirilmesinde, öğretmenin bilgi ve becerisi kadar, öğretmen-öğrenci arasındaki duygusal ve sosyal ilişkinin de son derece önemli rolü vardır.
Her çocuk, okula başladığı zaman, yetiştiği aile ortamının özelliklerini taşır. Öğretmen, eğitim ve öğretimi gerçekleştirirken, çocuğun yaşadığı aile ortamını da dikkate alarak davranmalıdır. Hem okul ortamının hem de aile ortamının ortak bir amacı vardır. Bu amaç da çocukların ve gençlerin iyi yetişmeleri ve başarılı olmalarıdır. Hedeflenen bu sonuca ulaşabilmek için, öğretmenlerin çocuklarla kuracakları sevgi ve saygıya dayalı iletişim çok önemlidir.
Okula ilk adımını atan çocuk, yeni ortamı öğretmenin onunla kurduğu ikili ilişkilerle tanımaya başlar. Öğretmeni seven, okul ortamını da sever ve bağlanır. Fakat öğretmenini sevmeyen çocuk okuldan soğuyabilir. Öyleyse iletişimde çocuğun sevilme arzusu karşılanmalıdır.
Uygulanmış olan bir ankette öğrencilerin sevdikleri öğretmenin dersine daha çok çalıştıkları ve başarılı oldukları sonucu ortaya çıkmıştır. Tabi” bunun yanında öğretmeni tarafından kabul görmek, sevilmek onlar için çok önemli bir ihtiyaçtır. Eleştirilmek, beğenilmemek, öğrencileri korkutur ve duygusal olarak başarısızlığa iter.
Sınıf ortamında öğretmen, rekabeti hızlandırıyor, çocukları sürekli eleştirip, alay ediyorsa; orada eğitim-öğretimden söz etmek imkansızdır.
Özellikle öğretmenin sınıf içinde öğrenci ile alay etmesi ya da öğrenciye çeşitli adlar takması, onun gururunu kıracak ve kendine olan güvenini yok edecek bir durumdur.
Öğretmenlerin dikkat etmeleri gereken bir başka konu ise öğrencilerin kişilik özellikleri ile ilgili yorum ve tanımlarda bulunmamaları gereğidir.
Öğrencilere başarı ya da başarısızlıkları ile değil, kişilikleri ile değerli oldukları mesajı verilmelidir. Öğretmen, öğrencilerin duygu ve düşüncelerine katılmasa da, onlara değer vermeli, hoşgörüyle dinlemelidir. Beraber olduğu çocuk veya öğrencilerin büyüme ve davranış özelliklerini bilerek bu özelliklere uygun davranmalı ve ilişki kurmalıdır. Öğretimde verdiği bilgiyi yaşama geçirmelerine yardımcı olmalıdır. Öğrenmeyi kolaylaştırıcı ve özendirici bir ortam yaratmalıdır. Öğrencilerini ölçme ve değerlendirme yöntemi, sadece sınavlar veya sözlüler olmamalıdır. Öğrencilerin olumlu kişilik özellikleri, sosyal davranışları ve ders dışında kalan ilgi ve yetenekleri de öğretmenlerce dikkate alınmalıdır.
Eğitimde rehberliğin ne kadar önemli olduğu da üzerinde durulması gereken bir noktadır. Rehberliğin amacı, öğrencilerin sorunlarına çözüm bulmanın yanında onları yeteneklerine göre akademik ve mesleki alanlara teşvik etmektir. Tabi” bu noktada, öğretmene de düşen önemli rehberlik hizmetleri ve görevler vardır.
Son olarak, öğretmenin mesleğini sevmesi ve mesleğe olan bağlılığı, çocuklarla kuracağı iletişimin niteliğini oldukça etkileyen bir faktördür. Mesleğini seven öğretmen, işiyle ilgili her şeyi, öğrencilerini ve okulunu da çok sever.
Öğretmen-Veli ilişkileri
Öğretmenin aileyi yakından tanıması, çocuğu daha kolay tanımasına ve anlamasına yardımcı olacaktır. Ailedeki disiplin anlayışını, aile üyelerinin eğitimini, birbirleriyle olan ilişkilerini, çocuğa karşı davranışlarını bilmek, öğretmen için en önemli ipuçları olacaktır.
Öğretmen-aile işbirliği, öğretmenin aileyi yakından tanımasını sağladığı gibi ailenin de okul ve öğretmeni tanımasını sağlayacaktır. Böylece aile, çocuğun hangi şartlarda eğitim-öğretim gördüğünü yakından öğrenme fırsatını bulur, gerekli bir uyarı durumu varsa bunu gerçekleştirebilir.
Yalnız burada en önemli nokta, velilerin okul ile yapacağı işbirliğinin, sınıf öğretmeninin ve okul yönetiminin işine müdahale etme şekline dönüşmemesidir. Okul ya da öğretmen ile işbirliği yapmak ayrı, onların bizden iyi bildikleri işlerine karışmak ayrı şeydir. Tabi” burada okul yöneticileri ve öğretmenlerde belli sınırları ayarlamalı ve dikkatli davranmalıdır.
Aileler, okullarda benimsenen eğitim anlayışını, sınıfta uygulanan öğretim metotlarını bilmeli ve beklentilerini belirtebilmelidirler. Fakat anne-babalar çocuklarıyla birlikte ders çalışma yolunu seçmemeliler. Çünkü ailenin kullanacağı öğretim metodu öğretmenin kullandığından farklı olacaktır. Bu durum da çocukları gereksiz zorluklara sokacak yada anne-baba-çocuk iletişimini bozacaktır.
Günümüzde okul sadece çocukların eğitimini hedefleyen kurum kimliğinden çıkmalıdır. Hangi yaşta olursa olsun, çocuk, ailesi ile birlikte düşünülmeli ve öyle davranılmalıdır. Ayrıca ailelere bir çok konuda ve çeşitli şekillerde rehberlik edilmelidir. Ailenin bazı yanlış tutum ve davranışları bu yollarla azaltılabilir ya da tümüyle ortadan kaldırılabilir.
- Başarının oluşumunda üçüncü ve en önemli faktör ailedir.
Aile, çocuğun ilk deneyimleri kazandığı ve davranış biçimlerini öğrendiği en önemli sosyal kurumdur. Bu sebeple ailenin başarı ya da başarısızlığa bakış açısı ne olması gerektiği, düşünülmelidir.
Aile, çocuğunun yapısal, fiziksel ve zihinsel özelliklerini iyi tanımalı ve bu özelliklere uygun davranmalıdır. Çocuğun özelliklerini, ilgi ve yeteneklerini dikkate almadan bazı beklenti ve yönlendirmeler içine girmemelidir. Aileler, çocuklarından olabileceğinden daha fazlasını istememelidirler. Ama bunun yanında da aile, çocuğunun yeteneklerini küçümsememelidir. Anne-babanın eğitim düzeyi, mesleği de çocuğun eğitimi için alınan kararlarda önemli bir rol oynamaktadır.
Anne ya da babanın iş hayatında başarılı olmaları, sevdikleri bir işte çalışıyor olmaları da çocukları ile kuracakları iletişimde etkili olmaktadır. Aynı zamanda aile bireylerinin anne ve babanın birbiriyle olan ilişkisi, anne-babanın çocuklarla olan ilişkisi, kardeşlerin birbiriyle ilişkisi ev ortamının havasını belirleyici unsurlardır. Anne-babanın iş yaşantısının dışında kalan sürede çocuğuna göstereceği ilgi ve ayıracağı zaman doyurucu olmalı ve ihtiyaçları karşılayabilmelidir.
Yapılmış olan bir ankette başarılı öğrencilerin, anne ve babalarının kişilik özelliklerinin neşeli, sosyal, koruyucu, arkadaşça, iyimser ve işbirlikçi olduğu tespit edilmiştir. Buna karşılık başarısız olan öğrencilerin, anne-babalarının kişilik özelliklerinin ise huysuz, sosyal olmayan, aşırı koruyucu, arkadaşça olmayan, kötümser ve anlayışsız olduğu belirlenmiştir.
Buradan çıkarılması gereken sonuç şudur : Ailenin kişilik özelliklerinin davranışlarına yansıması, çocuğun başarıya güdülenmesinde en önemli faktörü oluşturmaktadır. Aile içinde anne-babanın çocuğuna uyguladığı disiplin türü de çok önemlidir. Yapılmış olan bir araştırmada, otoriter tutum içinde olan ailelerin çocuklarının %18’i başarısız bulunmuştur. Yine aynı araştırmada gevşek ve ilgisiz tutum içinde olan,ailelerin çocuklarının % 13’ü, başarılı iken %31’nin başarısız olduğu tespit edilmiştir. Aileler çocuklarına gösterecekleri ilginin ölçüsünü iyi ayarlamalılardır.
Bir başka araştırma sonucu ise, iyi öğrenim görmüş anne ve babaların, çocuklarının başarı güdüsünü uyandırmakta daha etkili olduklarıdır. Başarılı öğrenci annelerinin öğrenim süresi ortalaması 8.1 yıl, başarısız öğrenci anneleri öğrenim süresi ortalaması 6.6 yıldır. Başarılı öğrenci babaları öğrenim süresi ortalaması 10.3 iken başarısız öğrenci babaları öğrenim süresi ortalaması 8.5 yıl olarak bulunmuştur.
Ailenin sosyo-ekonomik durumu da çocuğun başarısını etkileyen bir faktördür. Çocuğun içinde bulunacağı sosyal ve kültürel ortam, ekonomik koşulların getireceği imkanlar olumlu ya da olumsuz etkileri oluşturmaya yeterli sebeplerdir.
Çocuğun başarısını etkileyen bir etmen olarak okuma alışkanlığından ve anadilini iyi kullanıyor olmasından daha önce söz etmiştik. Bu iki özelliğin oluşmasında ailenin önemli katkıları olmalıdır. Çünkü yapılan araştırmalarda okuma alışkanlığı kazanmak için en önemli dönemin çocukluk çağı olduğu açık bir biçimde ortaya konmaktadır. Eğer ev ortamında çocuk, okuyan bir anne-baba ile karşı karşıya ise bu alışkanlığın kazanılması için en önemli unsura sahip demektir. Bunun yanında, ailenin çocuğuna uygun öykü ve masallar okuması, çocuğun istek ve ilgisine uygun kitaplar seçebilme özgürlüğüne sahip olması da önemlidir. Sevmediği, ilgisini çekmeyen kitapları okumaya zorlamak gösterilebilecek en yanlış tutumdur. Okuma alışkanlığı kazanmada, çocuğun ebeveyn tarafından kütüphaneye ve kitapçılara, kitap sergilerine götürülmesi olumlu bir yaklaşım olacaktır. Aynı zamanda çocuğun toplumsal yaşamda etkili olmasını sağlayan, onun öğrenmeye ve araştırmaya ilgisini arttıran sinema, tiyatro ve benzer etkinliklere zaman ayrılmalıdır.
Çocuğun, okul başarısını etkileyen bir başka konu ise okul ödevlerine karşı ailenin tutumudur. Okula başladığı andan itibaren ödev yapma ve ders çalışma alışkanlığının temelleri atılmaya başlar. Aile bu konuda yardımlarını esirgememeli fakat ödevlerini yapma gibi de yanlış bir tutuma girmemelidir.
Sonuç olarak, başarıyı etkileyen bir çok faktörü inceledik ve bunların başarı üzerindeki etkilerini aktarmaya çalıştık. Başarı önemlidir, fakat her şey demek değildir. Önemli olan, kişinin kendini aşmaya ve yenilemeye çalışma arzusunun var olmasıdır. Sadece okul başarısı değil hayat başarısı da önemlidir. Çocuklarımızı topluma uyumlu, hayata hazır, kendine güvenen sağlıklı kişilik özellikleri olan bireyler olarak yetiştirmeyi amaçlamalıyız.
Öğrencilerin başarılarında birçok etkenin rol oynadığını sizlere aktarmaya çalıştık. Özellikle bu etkenlerden birisinin de aile faktörü olduğu üzerinde durduk. Ayrıca aile faktörünü de kendi içinde; anne-babanın çocuğa karşı davranışları, anne-baba arasındaki ilişkiler, kardeşler arasındaki ilişkiler ve evin genel durumu olarak alt başlıklara ayırabiliriz.
Çocukların yaşları ve içinde bulundukları dönem, yetişkin davranışlarının çocuklar üzerindeki etkilerini daha da önemli kılmaktadır. Çünkü, çocuklarımızın bilgi ve başarıları karşısında gösterdiğimiz her türlü davranış onların kişiliğinin oluşumunda destekleyici veya engelleyici olabilir.
Çocuklarımızın, sağlıklı bedensel ve ruhsal gelişimi için bazı temel gereksinmelerinin erken yaşlarda aile içinde karşılanması gerekir.
Bu temel gereksinmeler altı kategori içinde toplanır:
1- Dokunulma: Çocuğa dikkat etme, davranışlarını seyrederken ona “aferin”, “haydi yine yap” gibi geri-iletim verme, tutma ve kucaklama, yüreklendirme, övme ve ona sıcaklık gösterme.
2- Güven: Çocuğun sağlığıyla ilgilenme, yeteri kadar yiyecek ve giyecek verme, onu tehlikeli durumlardan koruma.
3- Yapı/Düzen: Çocuğa yön verme, örnek olma, yapabileceği ve yapamayacağı davranışların sınırlarını belirtme, tutarlı hareket etme.
4- Sosyalleşme: Çocuğun duygularını olduğu gibi tanımlama, onu yansıtma, ona zaman verme, dış dünya ile arasında köprü görevini görme, özdeşim kurabileceği bir kişi olma.
5- Uyarılma: Oyun yoluyla ve çocuğun dünyasına giren değişik olaylarla acı, haz, neşe, heyecan gibi duyguları ayırabilmelerine yardımcı olma.
6- Kendini değerli görme: Çocuğu “ciddiye alma”, “ben önemliyim; bana kötü bir şey olmasını istemezler”, “beni ben olduğum için seviyorlar”, “ben diğerlerinden farklıyım” duygusunu verme.
Bu gereksinmeler herhangi bir nedenden dolayı, karşılanmadığı zaman çocuğa, “sen ve senin gereksinmelerin önemli değil, senin var ya da yok olmanın önemi yok” mesajı verilmiş olur.
Bazı anne ve babalar, çocuklarının başarısızlıklarıyla karşılaştıklarında, bilmeden de olsa psikolojik yönden etkilenip kötü davranışlar içine girebilmektedirler. Örneğin; çocuğunun düşük notlarıyla karşılaşan anne-baba umutsuzluğa kapılır, gururları kırılır. Çocuklarının sandıkları kadar yetenekli olmadığını düşünürler. Ellerinde olmadan çocuğa başka türlü davranmaya başlar, iyi ve olumlu yanlarını öne çıkarmaya çalışacaklarına, zayıf yanlarını vurgulayıp dururlar. Ancak aşağılık duygusunu arttırmaya yarayan bu değişimi çocuk da sezer. Gittikçe anne-babadan uzaklaşmaya başlar, çağrıldığında seslerini duyamayacağı bir yerlere gider. Bunlar gibi aşağıda ayrıntılarıyla vereceğimiz yanlış davranışlar anne-baba-çocuk iletişimini zedeler, çocuğun yukarıda sıraladığımız temel gereksinimlerinin karşılanmasını önler, çocuğu duygusal yönden ezer, olumlu kişilik gelişiminini engeller.
- Reddetme: Çocuğa sahip çıkmama, değer vermeme çocuğun özelliklerini, isteklerini hiçe sayma, yeteneklerini devamlı olarak küçümseme.
Örnek: “Başarısız notlar aldığın sürece gözüme gözükme, artık sen benim çocuğum değilsin.” - Aşağılama : Küçültme, sürekli eleştiri, sözle hakaret etme.
Örnek : “Niye başka çocuklar gibi olamıyorsun, aptal, geri zekalı, bir türlü beceremiyorsun.” - Ayırma , yalnız bırakma : Normal gelişim için gerekli olan sosyal ilişki ve kaynaklarla ilişkiyi engelleme.
Örnek : “Bu sene hiçbir şey için zamanın yok. Arkadaş gezmelerini, oyuncaklarını kaldırdık. Artık spora da gitmeyeceksin.” - Korkutma, tehdit, yıldırma : Sürekli olarak terk etmeyle ya da fiziksel, sosyal ya da doğa üstü güçlerle korkutma.
Örnek : “Hep başarısız notlar getiriyorsun, sen bizi öldüreceksin, artık bu evden çekip gideceğim”. - Kışkırtma, suça yöneltme : Sosyal olarak etkinliğin engelleyici biçimde toplumda hoş görülmeyen türden davranışlara yöneltme.
Örnek : “Ben senin öğretmeninin yerinde olsam senin gibi başarısızları bir güzel döverdim.” - İstismar : Çıkar için kullanma
Örnek :”Bütün arkadaşlarımın çocukları başarılı sen de olmalısın ki etrafıma bakacak yüzüm olsun.” - Duygusal engelleme : Duygusal gereksinmeleri karşılamama, sıcaklık göstermeme, pasif bir şekilde önemsememe.
Örnek : Başarısızlıkları karşısında uzunca bir süre çocuğumuzla konuşmamak, onunla iletişim kurmamak, bu türden davranışlardandır. - Yetişkinleştirme : Yaşa ve gelişime dayalı olarak çocuğun kapasitesinin çok üstünde beklentilere sahip olmak.
Örnek : “Ağabeyin kadar becerikli olamıyorsun.”
Duygusal ezime yol açan bu davranışları konumuz gereği sadece başarısızlık karşısında verilen bazı mesajlarla örneklendirdik. Bu örnekleri çeşitlendirip, çoğaltabiliriz. Çünkü bu tür davranışlar, herhangi bir nedeni olmadan, herhangi bir zamanda da çocuklara gösteriliyor olabilir.
Eğer küçük düşürücü tutumlardan sakınmazsak çocuklarımızı gerek şimdi, gerekse yetişkin olduklarında kişisel, sosyal, akademik rahatsızlıklara mahkum etmiş oluruz.
Yanlış davranışlarımızla çocuk ve gençlerde yol açtığımız bazı rahatsızlıkları şöyle sıralayabiliriz:
Duygusal gelişmede duraklama, hafızabozukluğu, dikkat bozukluğu, öğrenme güçlüğü, güdü yetersizliği, başarısızlık, aşırı bağımlılık, yapay olgunluk, parmak emme-ısırma, sallanma, alt ıslatma, yeme bozuklukları, hiperaktivite, aşırı içe dönüklük, güçsüzlük duygusu, ya saldırganlık ya da aşırı pasiflik, hırsızlık gibi anti sosyal davranışlar; olumsuz benlik kavramı, depresyon, uyku bozuklukları, aşırı kaygı, fobiler, obsesyon gibi nevrotik reaksiyonlar.
Görüyoruz ki yetişkin olarak, özellikle anne ve baba olarak çocuklarımızla ilişkilerimizde davranışlarımıza büyük özen göstermezsek, sadece çocuklarımızın sorunlu, olumsuz yetişkinler olmasına neden olmakla kalmayıp sorunlu toplumlar da yaratabiliriz.
Çocuklarımızın başarısızlıkları karşısında ;
1- Öncelikle her çocuğun kendine has kişisel gereksinim ve gelişim içinde olduğunu kabul edelim.Onların sınırlarını zorlamayalım.
2- Alay etmeyelim, bağırmayalım, düşük başarıyı eleştirmeyelim ve aşağılayıcı ses tonuyla konuşmayalım.
3- Onların ders dışı faaliyetlerini yasaklamayalım, okul sonrası ceza olarak ders yaptırmayalım. Yani başarılı olamamasını ona bir ceza nedeni gibi göstermeyelim.
4- Başkalarının onları aşağılamalarına göz yummayalım.
5- Onları “Nasıl olursan ol, sana değer veriyorum.” duygusundan yoksun bırakmayalım.
6- Yanlışlarını “yüzüne vurmayalım.” Neyin daha doğru olduğunu, onun anlayabileceği ve benimseyebileceği biçimde ona göstermeye ve aynı zamanda onu kendi açısından anlamaya çalışalım.
7- Çocuğumuzla aramızdaki sıcaklığın, eğitim ve diplomadan daha önemli olduğunu asla unutmayalım.
8- Okuyan bir insan olduğumuz halde, çocuğumuz okumak istemiyor veya başarısız oluyorsa, bu durumun onun tercihi olduğunu kabullenelim.
9- Onların başarılarında etken olduğumuzu düşünüp, bu başarıyı paylaşırken, başarısızlıkları karşısında onları suçlamayalım. Başarısızlıklarında bizim de rolümüz bulunabileceğini düşünelim. Başarısız öğrencilerin anne-babalarının geliştirmeleri gereken temel tutum, düşük performansı anlayışla kabul etmek, çocuklarının onlara ulaştırdığı gizli mesajları dikkatle bulup çıkarmaya ve sonuca göre akıllı ve hoşgörülü davranmaya hazır olmaktır. Çok şey mi istenmiş oluyor? Çok şey değilse bile çok önemli olduğu bir gerçek. Ama anne-baba olmak, zaten yaşamımızın en önemli ve en güç görevidir. İşaretler, çocuklarımızın güçlük içinde olduklarını gösteriyorsa, bütün gücümüzü bunları çözümlemeye yöneltmek durumunda değil miyiz?