V
Vakit
nakittir: Bir işin yapılmasında sermaye ve emek ne kadar değerliyse, zaman
da o kadar değerlidir. Çünkü her iş, bir zaman dilimi içinde gerçekleşir. Bir
işte kullanılmadan geçirilen zaman bir kayıptır ve bu zamanı bir daha elde etmek
mümkün değildir. Dolayısıyla zamanın kaybı iş kaybına, iş kaybı da para kaybına
yol açar. Bu bakımdan zamanın en küçük parçasını bile boşa geçirmemeli, iyi
değerlendirmelidir.
Vakitsiz öten horozun
başını keserler: Her işin olduğu gibi, her sözün de
uygun bir yeri ve zamanı vardır. Uygun olan bir zamanda söylenmeyen, yerli
yersiz ortaya atılan, densizce sarf edilen sözler birilerinin tepkisini çeker;
rahatsızlığa neden olur, büyük zarara yol açar. Vakitsiz öten horozdan, ancak
onu keserek kurtulan insanlar; yerinde ve zamanında konuşmayan insanı da
cezalandırıp susturmakta hiç tereddüt etmezler.
Var evi, kerem evi; yok evi, verem evi: Bir kişinin bağışta bulunabilmesi, iyilik yapabilmesi için
varlıklı, zengin ve mal mülk sahibi olması gereklidir. Bu varlığa kavuşmuş
ailenin evinde ikram ziyadesiyle yapılır, konuklar kusursuzca ağırlanır, ihtiyaç
sahiplerine gereken yardım eli uzatılır. Buna karşılık yoksulun evinde dert,
sıkıntı ve yokluktan başka bir şeye rastlanmaz.
Varını veren utanmamış: Kendisinden bir şey isteyene elinde ne varsa onu verebilir kişi. Verdiği şey az
diye bundan utanmamalıdır; tam aksine bu davranışı soyluca bir davranıştır.
Çünkü iyiliğin çoğu kadar azı da değerlidir. O hâlde küçük ve önemsiz de olsa,
kişi verebileceği kadarını vermelidir.
Var ne bilsin yok hâlinden: Bk.
"Tok, acın hâlinden..."
Varsa (var mı)
pulun, herkes kulun; yoksa (yok mu) pulun, dardır yolun (Paran varsa, cümle âlem
kulun; paran yoksa, tımarhane yolun): Varlık,
zenginlik, mal-mülk herkesi kendine çeker. Bunları kim elinde tutuyorsa,
insanlar onun etrafında pervane olur, herkes ona yaklaşır, hizmet eder, saygı
gösterir, emrine koşar. Yoksul kişide ise ne para pul, ne de mal-mülk vardır. Bu
sebeple onların yüzüne kimse bakmaz; ömürlerini sıkıntı, darlık ve yokluk içinde
geçirirler. Hatta kimi zaman çektikleri bu sıkıntılar yüzünden bunalıp deli bile
olabilirler.
Var varlatır, yok
söyletir: Para parayı çeker; varlıklı kişiler,
paralarını kullanarak daha çok kazanır, varlıklarına varlık katarlar. Bu
varlıkları, onlara ayrıca yüksekten atma ve övünme gücü de verir. Yoksul kişinin
elinden ise sadece sızlanmak, yakınmak ve dert yanmak gelir.
Veren eli herkes öper: Cimri
olmayan, ona buna yardım elini uzatan, eli açık olan, iyilik yapan kimseyi pek
çok kişi sever; ona saygı duyar.
Verip
pişman olmaktansa, vermeyip düşman olmak yeğdir: Sizden ödünç veya borç istendiğinde (eşya, para) verdiğiniz şey size zamanında
ödenmezse, ya da yıpratılarak geri iade edilirse canınız oldukça sıkılır.
Verdiğinize pişman olursunuz. Vermemiş olsaydınız bu sefer karşı taraf size
kırılmış olacaktı. Görüldüğü gibi her iki durumda da kırgınlık olacak ve dostluk
bozulacaktır. O hâlde vermeyip dostluğu bozmak daha iyidir. Çünkü bu durumda hiç
olmazsa malınız ya da paranız sizde kalacaktır.
Verirsen doyur, vurursan duyur: Bir yardımda bulunacak, bir iyilik yapacaksanız bu mutlaka bir işe yaramalı;
doyurucu ve karşı tarafın ihtiyacını giderici nitelikte olmalıdır. Çünkü
gelişigüzel, baştan savma, yarı buçuk yapılan yardımlar pek işe yaramaz. Bir
kavgaya tutuşmadan önce hasmını bu kavgadan haberdar etmek de mertlik gereğidir.
Ansızın, habersiz saldırmak er kişiye
yakışmaz.
Verirsen veresiye, batarsın karasuya: Parasını daha sonra olmak şartıyla kimseye mal verme. Yoksa
zararlı çıkarsın, hatta batabilirsin de. Çünkü veresiye alıp da borçlarını
ödemeyenler çok görülmüş, müşterilerin de bu tutumu yüzünden kimi esnaflar ya
batmış, ya da batma tehlikesi atlatmışlardır.
Vermeyince Mabud, neylesin Mahmud: Her şey Yüce Allah`ın takdiri iledir. Kimine zenginlik, kimine darlık, kimine de
ilim verir. Eğer Yüce Allah, bir kimseye geniş bir imkân, belirli bir yetenek ve
zenginlik nasip etmemişse, kulun yapacağı hiçbir şey yoktur. Ne kadar çırpınırsa
çırpınsın boşunadır, eline nasibinden fazlası geçmez.
Y
Yabancı koyun kenara
yatar: Bir yere, çevreye ya da bir topluma yeni gelen kimse, insanlarla
hemen ilişki kurup kaynaşamaz; onların arasına giremez, uzakta durur. Çünkü
yabancılık çeker. Oradaki insanlar da huyunu suyunu bilmedikleri bir adamı hemen
aralarına almazlar zaten.
Yağına
kıymayan, çöreğini yavan (yoz, kuru) yer: Bir işten
iyi sonuç alınmak isteniyorsa, o iş için lâzım olan şeyler eksiksiz
kullanılmalı, gerekli fedakârlık gösterilmelidir. Yoksa kişi istediği verimi
alamayacak, olumsuz ve kusurlu sonuca evet demek zorunda
kalacaktır.
Yağmur yağsa kış değil mi?
Kişi hâlini bilse hoş değil mi?: Her mevsim
özelliğini açıkça ortaya kor. Yaz sıcağından, kış yağmur ve soğuğundan bellidir.
Bunun gibi kişilerin de kendilerine has özellikleri ve nitelikleri vardır ki,
toplumda bu yanları ile tanınırlar. O hâlde kişi bu özelliğini saklayıp
başkalarını yanıltmamalıdır. Ne demişler: "Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün
gibi ol." Kişiye ancak bu yakışır.
Yakın
(hayırlı) dost (komşu), hayırsız akrabadan (hısımdan) yeğdir
(iyidir): Sıkıntıya düşen kişi, öncelikle
akrabalarından ilgi bekler, yardım ve iyilik umar. Ancak bu beklentileri boşa
çıkmış, akrabaları yüzüne bakmamışlardır. Öte yandan dost ve komşuları onu
yalnız bırakmamış, ilgi ve yardımlarını esirgememişlerdir. İşte bunun için
hayırlı dost, hayırsız akrabadan daha iyidir.
Yalancı kim? İşittiğini söyleyen: Yalan, aldatmak amacıyla bilerek ve gerçeğe aykırı olarak söylenen sözdür. Eğer
kişi, öyle her duyduğunu doğru kabul edip aslını araştırmadan başkasına
aktarırsa birilerini yanıltır; kendisi de yalancı konumuna
düşer.
Yalancının evi yanmış, kimse
inanmamış: Yalan söylemeyi huy edinmiş kimselere
kolay kolay kimse inanmaz. Kişilerin yalancı hakkındaki bu kanıları öyle pekişir
ki, yalancının sözleri gerçeği yansıtsa bile onun bu sözlerine kimse
inanmaz.
Yalancının mumu yatsıya kadar
yanar: Hayatını yalancılık üzerine oturtmuş olan
insanlar, kendi yalanlarına destek olacak tedbirleri alırlar; bunun için de
gerekli titizliği gösterip masrafa girerler.
Yalnız öküz, çifte (boyunduruğa) koşulmaz: Her işin uygun bir yapılma biçimi vardır. Dolayısıyla iki kişinin
ancak yapacağı bir işi, tek kişi ile yapmaya kalkışmak doğru bir hareket
değildir.
Yalnız taş duvar
olmaz: İnsanlar bir arada yaşamak zorundadırlar. Bu
zorunluluk bir dayanışmayı, yardımlaşmayı gerekli kılar. Nasıl ki tek taşla
duvar yapılamazsa, insanlar da tek başlarına tüm işlerinin üstesinden
gelemezler. Dolayısıyla diğer insanlarla ilişki kurmak, işbölümü yapmak, iş
birliğine geçmek durumundadır.
Yanlış
hesap Bağdat`tan döner: Ortaya çıkan bir yanlışlık
çok geç de olsa, ne olursa olsun düzeltilmelidir.
Yapı
taşı, yapıdan kalmaz: Değerli, elinden iş gelen kimse boşta kalmaz. Mutlaka kendisine
bir iş bulunur.
Yarası olan
gocunur: Bir işte sorumlu
aranırken kusurlu olan kimse, açığı ortaya çıkacak diye telâşa
düşer.
Yarım elma, gönül (hatır)
alma: Sunulan armağan küçük de
olsa, gönül almaya yeter. Çünkü önemli olan dostlarımızı unutmadığımızı,
hatırladığımızı ortaya koymaktır.
Yarım
hekim candan eder, yarım hoca dinden eder: Her işin bir ehli, ustası ya da uzmanı vardır. Bir iş, ehline
değil de, yarım yamalak bir bilgiye sahip olan kişiye teslim edilirse, o işten
iyi sonuç alınamaz. Hatta işin tamamen bozulduğu, kötü bir sonuç verdiği bile
olur. Tecrübesi olmayan, acemi, kusurlu, eksik bir doktorun uyguladığı tedavi
insanı ölüme götürebilir. Bunun gibi dinin ilkelerini iyi bilmeyen hoca da,
insanları yanlış bilgilerle donatıp, onları, dine ters düşen yollara
itebilir.
Yaş kesen, baş
keser: Ormanı meydana getiren
ağaçlar bir memleketin can damarıdır. Yeşil tabiat, berrak su, temiz hava,
yağmur, cıvıl cıvıl kuşlar, ağaçla birlikte vardır. Ağaçsız kalan yer kısa
zamanda çöle döner, hayat orada son bulur. Öte yandan, ağaç memleket ekonomisine
de sayısız katkılarda bulunur. Hem ekolojik denge, hem de iktisadi hayat
açısından ağacı koruma görevi bir zorunluluktur. Bu bakımdan bir ağacı boş yere
kesen, insan hayatına kıymış gibi suç işlemiş olur.
Yatan aslandan, gezen tilki yeğdir: Çok güçlü olup da çalışmayan, soylu olup da bir
şeyler üretmeyen, tembel tembel oturup onun bunun sırtından geçinen kimselerden;
güçsüz olup da çalışan, boş oturmayan ve geçimini sağlamak için uğraşan kimseler
daha iyidir.
Yatanın, yürüyene borcu
var: İhtiyaçlarını gidermek,
yaşamak isteyen kişi paraya ihtiyaç duyar. Para da ancak çalışmakla elde edilir.
Tembel tembel oturan, çalışmayan, zamanını boşa geçiren kimse para kazanamaz.
Para olmayınca da ihtiyaçlarını sağa sola borçlanarak karşılama yoluna gider.
Doğal olarak borçlandığı kimseler de çalışan, boş durmayan, zamanını
değerlendiren kimselerdir.
Yavaş (yumuşak
huylu) atın çiftesi pek (yavuz) olur: Mizaç itibariyle ılımlı, uysal, kaba ve hırçın olmayan, kolay
yola gelen insanlar genellikle çok sabırlı olurlar. Bunlar öyle olur olmaz şeye
hemen öfkelenmezler, kızmazlar. Ancak kimi zaman öyle öfkelenip patlarlar ki
yanlarında durulmaz. Kendilerinden hiç beklenilmeyen bu tepkinin tek sebebi,
sabırlarının artık taşmış olmasıdır. Bu bakımdan bu gibi kimselerin yumuşak
huylarına aldanıp da gereksiz yere üzerlerine
gidilmemelidir.
Yavuz at, yemini (yavuz
it ününü) kendi artırır: Gayretli, girişken, çalışkan, görevini ihmal etmeyen, üzerine aldığı işi tam
yapan kimseler bunun mükâfatını görürler.
Yavuz hırsız, ev sahibini bastırır: Edepsiz, arsız, ahlâksız, şarlatan, öyle kimseler
vardır ki bunlar suç işlemekle kalmazlar, işledikleri suçu reddettikleri gibi,
bir de bu suçu, zarar verdikleri kimseye yüklemeye ve onu susturmaya
çalışırlar.
Yaza çıkardık danayı,
beğenmez oldu anayı: Anne-baba
pek çok emek sarf edip zahmete katlanarak çocuklarını yetiştirip büyütürler. Ne
var ki, büyüyen bu çocuklar kendilerini bu yaşa getiren anne-babalarını çoğu kez
beğenmezler.
Yazın başı pişenin, kışın
aşı pişer: 1. Yazın o sıcağında
durmayan, güneşe aldırmadan çalışıp kazanan, yiyeceğini hazırlayan kişi kışın
rahat eder; hiç sıkıntı çekmez. 2. Gençlikte çalışıp kazanan, har vurup harman
savurmayan, varlık edinen kişi ihtiyarladığında rahat eder; sıkıntı çekmeden
hayat sürer.
Yazın gölge hoş, kışın çuval
boş: 1. Yazın çalışma, kazanma
günleridir. Bu zamanlarda çalışmayıp keyiflerine bakanlar, gününü gün ederler,
kışın zor şartlarında yiyecek bulamazlar; sıkıntıya düşer ve ona buna avuç
açarlar. 2. Gençliğinde çalışmayıp tembel tembel oturan, eğlenceye dalan,
mal-mülk edinmeyen, kazanç sağlamayan kimse ihtiyarlığında ya da hastalığında
sıkıntıya düşer; perişan olur.
Yeğniği
yel alır, ağır yerinde kalır: Kişiliksiz, ağırbaşlı olmayan, züppe-hoppa, gayri ciddî, bir sözü diğerini
tutmayan, hafif meşrep, zayıf karakterli kimseler bir varlık gösteremezler; bir
yerde tutunamadıkları gibi onun bunun oyuncağı da olurlar. Ama ağır başlı,
tavırlarında ciddî, sözünde duran, kişilikli, ahlâklı kimselere kimse ilişemez;
onlar bulundukları yerde kolayca barınırlar, işlerinde başarılı oldukları gibi
sevilip sayılırlar da.
Yel, kayadan ne
koparır (aparır): Güçsüz, güçlüye
etki edemez. Sağlam karakterli, kişilik sahibi, onurlu, ciddî kimselere öyle
önemsiz etkiler hiçbir şey yapamaz. Sağlam bir temele oturmuş işleri de kimi
olaylar kolay kolay etkileyip bozamaz.
Yemeyenin malını yerler (üstüne bir bardak bu
içerler): Kimi cimri kimseler
para ve mallarını biriktirirler ama harcamaya, yemeye bir türlü kıyamazlar. Ne
var ki, onların kıyıp da faydalanamadığı bu para veya malı sağlıklarında o ya da
bu, öldükten sonra ise mirasçıları bir güzel yerler.
Yerdeki yüze basılmaz (kimse basmaz): Ağırbaşlı, nazik, alçakgönüllü, ilişkilerinde ılımlı
kimselere kimse hor gözle bakmaz; onları hırpalamaz, ezmeye çalışmaz. Bunun
yanında felâkete uğramış, yenik düşmüş, muhtaç kimselere de merhametli
davranılır.
Yerini bilmeyen, yılda bir
kat urba eskitir: Kişi neyle
uğraşacağını, ne iş yapacağını, hangisinin kendisine uygun geleceğini bilmeli ve
ona göre bir seçim yapıp çalışmaya başlamalıdır. Aksi takdirde bir işte
tutunamayarak, sık sık yer değiştirecek, bundan ötürü de çok zarar
görecektir.
Yerin kulağı
var: Ne kadar saklı tutulursa
tutulsun, gizli konuşulan bir şey umulmadık bir yoldan başkalarınca mutlaka
duyulur. Bu bakımdan elden geldiğince tedbirli olmalı, olur olmaz yerde
konuşmamalıdır.
Yılana yumuşak diye el
sunma: Hiçbir şeyin dış
görünüşüne bakarak bir eylemde bulunmamalı kişi. Kolay görünen iş çok zor,
yumuşak huylu bir kimse çok sert, zararsız gibi görünen bir durum çok tehlikeli
olabilir ve zarar görebilir insan.
Yılanın başı küçükken ezilmeli: Daha küçükken tehlikeli olacağı, zarar vereceği
anlaşılan bir şeyin, düşmanın veya bir durumun önüne hemen geçilmeli; büyümesine
izin verilmeden ortadan kaldırılmalıdır.
Yıl uğursuzundur: Kimi dönemlerde arsız, yüzsüz, ahlâksız, adaletsiz kimseler el
üstünde tutulur. Böyle bir zamanda dürüst, namuslu, erdemli kimseler zalimlerin
baskısı altında kalırlar.
Yırtıcı (alıcı) kuşun ömrü az olur.
Ona buna
saldıran, zarar veren, onun bunun sırtından geçinen kimselerin düşmanı çok olur.
Az zamanda, bunlar da düşmanlarının gazabına uğrarlar, hak ettikleri cezayı
görürler.
Yiğidin malı
meydandadır: Yiğit, mert insanlar
aynı zamanda cömert olurlar. Mallarını herkesin yararlanması için ortaya
koyarlar.
Yiğidin sözü, demirin
kertiği: Yiğit, mert kimseler
sözlerinin eridirler. Onlar verdikleri sözden geri dönmezler, sözlerini inkâr da
etmezler. Bu tıpkı bir demir üzerine açılmış çentik gibi meydandadır, kolay
kolay yok olmaz.
Yiğit arkasından
vurulmaz: 1. Mert olan alçakça
yollara baş vurmaz. Düşmanıyla yüz yüze dövüşür, onu arkasından vurmaya
çalışmaz. 2. Yiğit bir kimsenin yokluğundan haydanılarak arkasından konuşulmaz,
dedikodusu yapılmaz, kötülenmez ve iftira atılmaz.
Yiğit meydanda belli olur: Atıp tutma, "ben şöyle yaparım, böyle ederim" demek, kişinin
yiğit olduğunu göstermez. Asıl yiğit iş başında, kavgaya ve mücadeleye
tutuştuğunda belli olur.
Yiğit yarasına
yiğit katlanır: Mert olanların derdinden ancak mert
olanlar anlar. Öte yandan, bir yiğitten gelen saldırıya da herkes katlanamaz,
buna ancak yiğit olanlar dayanabilir.Yiğit
yiğide at bağışlar: Yiğit, mert olmasının yanında gözü tok ve cömerttir de. Kendisi
gibi gözü pek olana her türlü fedakârlığı yapmaktan kaçınmaz. En kıymetli
varlığını bile kolayca bağışlar.
Yoksul
âlâ ata binse, selâm almaz: Edinip görmemiş, sonradan bir makama ya da varlığa kavuşmuş olan kimse, etrafa
hava atmaya, herkese yukarıdan bakmaya başlar; kimseyi beğenmez olur. Hatta
selâmı bile insanlardan esirger.
Yol
bilen kervana katılmaz: Bir işte
bilgisi olan, onun nasıl yapılacağını bilen, işinin ehli kimse, çoğunlukla
başkalarının yardımına ihtiyaç duymaz; işini kendisi görmeye
çalışır.
Yolcu yolunda
gerek: 1. Bir yerden bir yere
doğru gitmeye hazırlanan kimse, kimi sebeplerden ötürü oyalanmamalı, zaman
geçirmeden yoluna koyulmalıdır. 2. Bir amacı gerçekleştirmek için çalışan,
gayret sarf eden kimse kimi sebeplere takılıp kalmamalı; vakit kaybetmemeli ve
bir an önce hedefine varmalıdır.
Yoldan
(yol ile) giden yorulmaz: Bir
işin yapılmasında tutulacak yol, yöntem ortaya çıkacak sonuç açısından oldukça
önemlidir. Yapacağı iş için en uygun usulü seçen kimse, işini kolayca yapar,
başarılı olur, başına gelecek türlü hâllerden de korunur.
Yoldan kal, yoldaştan kalma: Yolculukta insanın başına türlü işler, sıkıntılar, belâlar
gelebilir. Bunların halledilmesi içinde bir insana gerek duyulur. Bu gereklik,
yolculukta candan bir arkadaşın önemini büyük kılar. Dolayısıyla insan, candan
bir yol arkadaşı bulabilmek için
hareketini
erteleyebilir.
Yol sormakla
bulunur: Bir işe kalkışan ama
nasıl yapılacağını bilmeyen kişi, takip etmesi gereken yolu bilenlere sorarak
öğrenip bulur.
Yol yürümekle, borç
ödemekle tükenir: Yola çıkan
orada burada oyalanırsa, gideceği yere bir türlü ulaşamaz; borçlu olan da
ödemesini aksatır, geciktirir, günü gününe ödemezse hiçbir zaman borçtan
yakasını kurtaramaz. Bunlar gibi yaptığı işin üzerine yeterince eğilmeyen,
uyuşuk davranan, gerekli çalışma ve çabayı göstermeyen, işini zamanında yapmayan
kişi, yaptığı işten olumlu bir sonuç alamaz.
Yularsız ata binilmez: Nasıl ki yularsız bir at zapt edilip yönlendirilemezse; bir
kurala, bir disipline bağlı olmayan iş, kuruluş ya da kişi de idare edilip
yönetilemez. Dolayısıyla kargaşanın, başıbozukluğun hüküm sürdüğü bir yerde işin
başına geçmek doğru değildir.
Yumurtasına
hor bakan civcivini cılk eder: 1.
Kişi elinde olan işe gereken önemi vermezse, o işten olumlu bir sonuç alamaz. 2.
Elinin altındakilere önem vermeyen, onları iyi eğitmeyen onlardan ne olumlu
davranışlar, ne de iyi işler bekleyemez.
Yurdun otlusundan kutlusu yeğdir: Kuşkusuz ki insan yaşadığı yerin verimli olmasını
ister. Daha da önemlisi o yaşadığı yerde huzur ve mutluluk ister. Kişinin başını
felâketlerden kurtaramadığı, rahat ve özgür yaşayamadığı yurt ne kadar verimli
olursa olsun, kişi için bir anlam ifade etmez.
Yuvarlanan taş yosun tutmaz: Sürekli olarak iş değiştiren kimse bir başarı kazanamadığı gibi
bir varlık da edinemez.
Yuvayı yapan dişi
kuştur: Evin dışındaki işler
erkekten, içindeki işler de genellikle kadından sorulur. Bu bakımdan tertipli,
geçinmesini bilen, çekip çeviren, en önemlisi tutumlu olan kadın ailesini
huzurlu kılar; evin içine mutluluk getirir.
Yürük ata kamçı değmez: Üzerine aldığı işi veya görevi aksatmadan, gerektiği gibi
zamanında, en iyi şekilde yapan kişiye kimse bir şey
diyemez.
Yürük at yemini kendi
artırır: Bir işte üstün çaba
gösterenler, o ölçüde bir karşılık görürler.
Yüzü güzel olanın huyu da güzeldir: Çoğunlukla kabul edilir ki, yüzü güzel olanın içi de
güzeldir. Bu bakımdan insanın yüzü, içinin aynası olarak görülür. Eğer bir
insanın yüzü hiç gülmez, asık suratlı olmaya devam ederse, o insanın katı
yürekli, hoşgörüsüz, içinin de kötülükle dolu olduğuna hükmedilir. Eğer kişi
güler yüzlüyse bu takdirde hoşgörülü, samimî, iyi yürekli, içten, duygulu,
yumuşak huylu ve temiz olduğuna karar verilir. O hâlde denebilir ki, yüzü güzel
görünen kişinin huyu da güzeldir.
Yüz
verme arsız olur, az verme hırsız olur: Bk. "Çok söyleme arsız olur..."
Yüz, yüzden utanır: Bir aracı
vasıtasıyla değil de, insanlar karşı karşıya gelince daha kolay uzlaşırlar.
Çünkü böyle bir durumda herkes niyetini açıkça ortaya koyacak, isteyeceğini
doğrudan isteyecek ve bir şeyini gizleyemeyecektir.
Z
Zahirenin ambarı sabanın ucundadır: Hangi iş olursa olsun, olumlu sonuç açısından mutlaka yeterli bir
emeği, özenli bir çalışmayı gerekli kılar. Sözgelimi bir çiftçinin bol ürün
alabilmesi için toprağını en iyi şekilde sürmesi, işlemesi ve çok çalışması
gerekir.
Zahmetsiz rahmet olmaz: Sıkıntı çekmeden, güçlüklere
göğsü germeden, yorulup emek vermeden, uğraşıp didişmeden, kimi masraflara da
girmeden olumlu, güzel, hoş bir sonuç elde etmek mümkün değildir. Unutmayalım
ki, Yüce Allah, çalışanları sever; onlara rahmet eder.
Zararın neresinden dönülse kârdır: Zarar, bir şeyin ya da bir olayın yol açtığı çıkar
kaybı veya kötü sonuçtur. Eğer zarar-ziyan devam ediyor ve önü alınamıyorsa,
yapılan işi hemen kesmekle daha fazla zarardan kurtulmuş, zarardan kurtulmakla
da kâr etmiş olursunuz.
Zengin arabasını
dağdan aşırır, züğürt düz ovada yolunu şaşırır: Zengin, varlıklı kişi para ve mal gücüyle pek çok güçlüğü yenip
aşar. Yoksul ise, parasızlık ve imkânsızlık yüzünden en kolay işleri bile
başaramaz; en ufak engel karşısında bile şaşırıp kalır.
Zenginin malı, züğürdün çenesi yorar: Yoksul, züğürt kimseler çoklukla birinin
zenginliğinden, malından ve parasından, kazancından, hatta yiyip içmesinden,
gezip tozmasından söz ederler. Oysa böylesi bir konuşma son derece gereksiz ve
yersizdir; ayrıca ellerine bir şey geçmediği gibi dedikoduya da bulaşmış ve
yanlış bir iş yapmış olurlar.
Zırva tevil
götürmez: Saçma sapan, boş,
anlamsız olan bir düşünceyi açıklamaya, yorumlamaya, savunmaya ve haklı
göstermeye kalkışmak son derece yanlıştır.
Zora dağlar dayanmaz: Gücü, kuvveti elinde bulunduran ve zor kullanan kimseler pek çok
kimseye boyun eğdirirler; öyle ki büyük güçleri bile yener, istediklerini
yaptırırlar.
Zor kapıdan girerse, şeriat
bacadan çıkar: Zorbaların,
zalimlerin bulundukları yerde baskı, zulüm ve haksızlık hüküm sürer. Dolayısıyla
böyle bir yerde Yüce Allah`ın buyrukları çiğnenmiş, ortadan kaldırılmış
demektir.
Zorla güzellik
olmaz: İnsanların yapıları bir
değildir. Bu bakımdan beğenme, hoşlanma duyguları da farklı farklıdır.
Dolayısıyla bir kişiye beğenmediği bir şeyi zorla beğendirmeye çalışmak yanlış
bir yola girmek demektir.
Zor oyunu
bozar: 1) Zor kullanılarak
işlemekte olan bir düzen bozulup durdurulabilir ya da istenen yöne çevrilebilir.
2) Bir oyun veya hile, güç kullanılarak kestirme yoldan boşa çıkarılabilir,
işlemez kılınabilir.
Zurnada peşrev olmaz
(ne çıkarsa bahtına): Rast gele
yapılan plânsız, programsız işlerde yöntem, kural aranmaz; işin sonucu da
kestirilemez.
Züğürtlük zâdeliği
bozar: Zengin, varlıklı ve soylu kimseler yoksullaşıp
parasız pulsuz kalınca zamanla soyluluklarını da
yitirirler. |